25 Şubat 2009

Kadının adı

Bugün duruşma salonunda, daha önceden raporunu çiziktirdiğim bir çiftin boşanma kararı tutanağa geçirilirken, kararın gerekçesine ilişkin yapılan açıklamalardan edindiğim bilgilere göre;
-evli bir çift, önce detaylara bakalım:
.kadın tecavüzcüsüyle evleniyor
.adam çalışmıyor pek, temizlik vs. işinde çalışan kadının maaşına da el koyuyor
.sistematik fiziksel şiddet var
.kadın dayanamayacak noktada, annesine sığınıyor
.annesi "yuvanı yıkamazsın, sığınma evine git" diyor
.kadın zor durumda, işyerinde tanıdığı ve tek desteği olan başka bir adama sığınıyor.. kaçıyor da diyebiliriz, bohçasıynan.
-Bizim medeni kanun olayı şöyle formüle ediyor: evlilik süresince adam kadını dövdüğü için az kusurlu, kadın sadakatsiz davranıp başkasına kaçtığı için ağır kusurlu.
-Kadının kız kardeşi tanıklık yaparken, "öyle tokat falan da değil, sopayla döverdi" diyor; hakim tutanağa geçiyor: "davalı normal tokat atmazdı, sopayla döverdi".
-Başka bir şey yapamadığımdan; duruşma salonundan, tüm "normal tokat" yiyen kadınlara, oradan sistematik şiddet görenlere, tecavüze uğrayanlara, intihara zorlanan, cinayetlere kurban gidenlere, hepsine, hepimize, adil bir dünya diliyorum. Öfkemi büyütüyorum.

16 Şubat 2009

Bugün 16 Şubat

İyi ki doğmuş,
Tam bu şekil bir adam olmuşsun
İyi ki tanımışım seni
İyi ki varsın
İyi ki benimsin
İyi ki sevgilimsin
İyi ki bi daha benden kaçışın yok
Severim seni pek çok
Al şu papatyaları bir kok
Yimeğini yidirdim karnın tok
Altın kuru sırtın pek
Her anımız renk renk
Ben senin çilek
Sen benim böcek
Durdursun biri beni hemen
Aşk şiiri kaçıyo elden.
Rabia Aliye Hanımefendi

15 Şubat 2009

Tango mon amour

Dün tangoya başladık sevgilimle.. Tango güzel danstır, büyüleyicidir, aşktır, tutkudur, içinde ambivalant duygular barındırır, üstelik Arjantin genelevlerinden çıkmıştır, insanı sarmalayan bir hikayesi vardır. Filan ya.. Biz pek bunları konuşup da, "aman hayde bi başlayalım" diyerek başlamadık Umut'la. Bir kaç ay önce, işyerinden bir arkadaşının bu ayarlamayı yapacağını ve haber vereceğini, Ocak-Şubat gibi başlanacağını söylemişti Umut, ben de "ha tamam" demiş ve "evet yahu gidelim" demiştim. O kadar. Len valla o kadar, ha. Çok ilginç. Hiç oturup da üstüne konuşmamışız, cık cık. Hiç bana göre bir hareket değil. Kurcalamam lazım, niye gidiyoruz, neye gidiyoruz, ne amaçla, ne beklentiyle filan diye. Hatta Umut'un daha önce de bir tango deneyimi olduğunu, deneyim dediğim, bir derse gidip sonra bıraktığını dün derse 15 dakika kala stüdyoyu ararken öğrendim. Ortak bir hayal kurmamışız tangoya dair.. O bana sordu mu, sen neden istiyorsun diye. Muhtemelen hayır. Sormadı ama ben söyleyeyim. Ben de tango dendi mi "ayyy" diye bir mayışan, dans ve figürlerden öte, şu bacakların pıtır pıtır bir o yana, bir bu yana ahenk içinde savrulduğu uçuşlara, kıpkırmızı dudaklara, siyah ve seksüü elbiselere, hülyalı bakışlara hasta bir insandım. Hastaydım, o kadar. İşin benim için somutlaşmış hali, Madrid'in rengarenk meydanlarında, rengarenk sürprizlerle karşı karşıya kalıverdiğimiz, 2005 yılının Nisan ayı sonlarının hafif rüzgarlı bir akşam üzerine tekabül eder. Plaza de Mayor'da ana menümüz "ekmek arası kalamar-bira"mızı hüpletmiş, deli danalar gibi sokak sokak dolanırken, denk gelivermiştik bir tango şova.
Törkiş turist ömerler olarak hemen fotoğraf makinelerimizi hazırlamış, aman tanrım içerikli kız nidaları eşliğinde hayran mayran seyre dalmıştık. Turuncuya kaçan kızıl saçlı, gayet de boyu biz kadar, aman da beli de incecik bir hatunla, fırça saçlı, gayet de normal vücutlu bir adam, fittür füttür dans etmekte, takip edemediğimiz bacak hareketleriyle "vaaaaay!" dedirtmekteydiler. Muhtemelen kızlar kendilerini hatunun yerinde, oğlanlar (bir oğlan vardı gerçi aramızda, ama olsun) kendilerini adamın yerinde hayal etmekte, ağzımız açık izlemekteydik. Hatırladığım, zihnimden geçen düşüncelerden biri de, "aaa, ben de yapabilirim!" olmuştu. Olay elbette ki çok zor görünmekteydi. Fakat ben artık kafamdaki tangocu kadın ve adamları artık ne denli soyut, ne denli beşerden uzak, ne denli hayal ötesi, insan üstü düşlediysem, karşımızda piti piti dans eden kadının hiç de ihtişamlı olmayan, pazardan alınma duran siyah etek-bluzu, tamam çok güzel olan ama eski-tozlu dans ayakkabıları, çok net hatırlıyorum adamın arası sökülmüş ve sonrasında herhalde acemi biri veya kendisi tarafından zigzag dikilmiş, gözümüze gözümüze sokulan pantolonu, bana bunu dedirtmişti: ben de yapabilirim! Bunlar da bizim gibi insandılar, üstelik sokaklarda görüp tiplerine dumur olduğumuz İspanyol amcalar ve gayet de haset ettiğimiz İspanyol hatunlar gibi de değildiler. Alt komşu Hafize ve bakkal Hüseyin efendi, misal. Öğrenmişler, yapıyolar, ama çok da güzel yapıyorlar. Şimdi bu satırları didik didik eden okuyucu, sözüm sana: yok ne saçma çıkarımlar yapmışsın, yok o eski ve tozlu ayakkabılar deneyim göstergesi, yok bunlar sokak dansçısı, şapkayı da koymuş ortaya para istiyorlar deme! Ben böyle düşündüm, sen başka türlü düşünürsün, ne de olsa sen de insansın. Bak bak..
Blogger yavaş ama gayet çirkin çekmiş olduğum diğer fotoları da koyayım:
Son olarak da;
Evet, görüldüğü üzere, her yazımda olduğu gibi, bu eserimde de tarihçe koymadan duramadım. Velhasıl, canlı canlı izlediğim o enfes gösteri sonrası, tango benim için yapılabilir bir şey haline gelmiş, yapmak istediğim zımbırtılar listeme girmiş, lakin ben aradan geçen yıllar içinde ne parasal ne vakitsel olarak münasip durumda olmuş idim. Geçtiğimiz bahar aylarında, internetten epey bir tarama yapmış, Ankara'daki tango insanlarına, kurs takvimlerine-fiyatlarına, milongalara özenmiştim ama sonra yine kalmıştı. Demek ki, bir başkasının benim için ayarlayıp, "hadi!" demesi gerekiyormuş, şaşırmadım kendime. Ha, şimdi uygun muyum, vakitsel-parasal? Yaz başında evleniyorum, ev tuttuk, eşya baktık filan derken feci vakit harcıyoruz, adliyede Şubat dosyaları daha bitmedi, Mart yığılmış vaziyette, bu dönem de dört dersim ve bir seminerim var, araştırma daha sürüyor, üstelik grup terapisinde liderlik bende, hoyda bre! Konuyu dağıtmayayım, haftada bir gün, bir saat ders ve sonrasında iki saat pratik, bakınca gayet makul. Üstelik dünkü derste sergilediğimiz performans nedeniyle, bizi tango yasaklısı da edebilirler, zira ilk dersi kaçırmış ve gayet eblehçe bakarak derse başlayan iki tip olarak, kıkırdamadan duramayarak ve artık nasıl gözüküyorsak bir ara kadın hocanın (adını unuttum) gelip gülerek, "siz ne kadar komik görünüyorsunuz, napıyorsunuz?" demesi ve müdahalesi üzerine, bizim tango macerası pek uzun süremeyebilir diye düşünmeye başladık:) Üstelik de bu tangoda tüm kontrol erkekteymiş, amanın hiç bana göre değil! Üstelik de hayat felsefesi "uydur uydur yapıver" olan Umut ve kalas benle bu iş hem çok uzun sürer, ama hem de çok güleriz ve çok eğleniriz gibime geliyor.
Winamp'ta Seyyan Hanım ve ilk Türk tangosu "Mazi". Gideyim, sevgilime "bu tangoyu bana lütfeder misin cicim?" diyeyim de geleyim..
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...