28 Ekim 2008

Adalet dediğin...

Yandaki mide bulandırıcı adam, bir kaç ay önce 14 yaşındaki bir kız çocuğunu cinsel haz amaçlı olarak istismar etti, bugünse dışarıda... Zavallı yavrucuğun annesi bu işi organize etmiş, üstelik kızına bu duruma göz yummasını çünkü bu sapığın kendilerine maddi anlamda rahat bir hayat vaad ettiğini söylemişti. Olay ortaya çıkınca, yandaki zırva ile "anne" sıfatı taşıyan kadın tutuklandı. Yavrucak SHÇEK tarafından koruma altına alındı. Sonra pek çok ses yükseldi. Kimi komplo dedi, kimi şöhretini çekemiyorlar dedi, kimi dindar adam bunu yapmaz dedi, kimi dini kötülüyorlar dedi. Ardından, yine tanıdık bir şeyler oldu. Tanıdık, uyuşturan ve tepki veremeyecek kadar duyarsızlaştırıldığımız bir şeyler. Zavallı yavrucuğun babası şikayetini geri aldı. Çocuk aksi yönde beyan verdi. Sonra ne olduysa oldu. Normalde sittin sene çıkmayan adli tıp raporu ışık hızıyla mahkemeye ulaştı. Türkiye'nin en güzide (!) kurumlarından İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü, 14 yaşındaki kız çocuğunun bu istismardan ruhsal ve bedensel olarak etkilenmediğini buyurdu. Etkilenmemiş çocuk. Çevrenizdeki 14 yaşındaki kız çocuklarına bir bakın. 14 yaşında yaa! İşte o çocuk, yukarıdaki "insan"ın telefonda kendisine "aybaşı halinde misin?, tüh!" diye sormasından, görüştüklerinde cinsel organına dokunmasından, öpmesinden, o anki iğrenç görünümünden , daha detayını bilmediğimiz kimbilir neler söylemesinden, yapmasından, belki kendi organını teşhir etmesinden, dahası annesinin kendisini bu adama pazarlamasından, babasının şikayetini geri almasından, bir anda tüm yaşamı alt üst edilerek öylesine bir kurumun çıplak duvarlı bir odasında, belki nem kokan, belki lekeli çarşaflarında uyumak zorunda bırakılmasından filan hiiiiiç mi hiç etkilenmemiş!
Diyecek söz var mı?
Vicdan, ıvır kıvır..
Meslek ahlakı, falan filan..
Adalet hak hukuk, hıngır kengir..

27 Ekim 2008

Blogger'ım amannn!

Haberi geçen Cuma akşamı Ankamall'da mall mall gezerken aldım. Umut'laydım. Umut'a bir telefon geldi ve oradaki ses söyledi sanırım, lakin telefonun kimden geldiğini hatırlamıyorum. Fatih olabilir mi? Yoksa Ezgi miydi? Emin olamıyorum. Nasıl ya, nasıl yaaaaa? dedim blogspot'un kapatıldığını duyunca. Ama işte elin kolun bağlı, mall gibi gezmeye devam ediyorsun o durumda.
Şimdi, bir sosyal bilimci olarak, bilgisayar ve internetin çok cüzi bir kısmından anladığımı varsayalım. Var saymasak da öyle gerçi ama neyse hadi, sonuçta çoğu şeyi sağdan soldan duyduğumla idare ediyorum. Şimdi, altına ingilizcesi de kondurulmuş şekliylen pek muhterem peace court blogger'a erişim yasağı koymuş. Yani sayfama kimsenin ulaşamayacağı var sayılıyor değil mi? O zaman, blog yazmaya başladığımdan beri inceden hayalini kurduğum şeyi, en ayısından ve ahlaksızından bi küfür savurma işini grçekleştirebilirim: la amuğa goduğumun tireh pirehhhireettiree...! Şimdilik bu kadar yeter. Oh! Pek rahatladım kız! Böyle kendi kendine boşalmak iyi oluyomuş. Maksat bu değil mi zaten? Benim düşündüğümü X, X'inkini Y, onunkini de Z duymasın ki, hafazanallah Z X ile bağlantı kurar, işler çığırından çıkar. Ya da kendimizi bu kadar önemsemeyelim, kendi blogumda yazdıklarım üzerinden gider isem, ulan kime ne benim adliye maceralarımdan, her yere geç kalışımdan, regl takıntımdan, masal'ımdan, nişanımdan? Gerekçeyi görmek istiyorum. Öylesine bir gerekçe olduğunu öngörmek zor değil, ama kim Atatük'e blogunda hakaret etmiş, veya evrim kuramına değinmiş, ogrenelim bakalım.
İşin ağır gelen tarafı, bir justice insanı, hakimlerle çalışan bir gönül kadını olarak, işin az çok iç yüzünü bilerek, daha umutsuz hissetmek. Mesela bu kararı veren hakim, internet ve internet erişimi hakkında ne bilmekte? Zabıt katiplerine "gel şu mesene'yi bi kur yavvvv!"dan öteye geçebilenlerin ellerini hörmetle öpmek istiyorum. Ulaştırma bakanımız da "mahkemeler bu işi bilmiyor, yasal boşluk var, mahkemeler ihtisas mahkemeleri haline geldikçe işler düzelecek" buyurmuş. Yavrum, kınalı kuzum, adama sormazlar mı sen orda ne mok yemeye oturuyon diye? Yahu bu iktidar ve güç sahiplerinin de olay sanki Madagaskar'da yaşanıyormuş gibi sözler etmeleri yok mu, iyice uyuz oluyorum. Evladım güç senin elinde zati, varsa yasal boşluk, doldur boşlukları, ha bakıyın.
Daha diyeceklerim var ama sizin bloglar açılır da benimki ömrü billah kapalı kalırsa diye korkuyom sevgili okur. Yoksam, küfrün bini bir para bende. Ne biçim ruh sağlığı kişisiyim ben ayol? Ahlaksız mıyım neyim? Neyse, yani 657li bi tıfıl memur statüsünde çalışmakta olan bir arkadaşınız olarak, bu ne cürret mealinden bişiler denirse bana, dualarınızı eksik komayın. Hapise atılırsam temiz çamaşır, çorap, cuğara getirin. İşkenceye maruz kalırsam Yıldırım abime habar verin. Ölürsem de kabrime gelmeyin, istemen.

22 Ekim 2008

Regl

Bu gazeteler, bu televizyonlar, bu dünya, bu sözler, bu kürsüler hep erkeklerin. Oysa başlangıçta böyle değildi. Bir zamanlar bir yerlerde kadın savaşçılar vardı. Kadın büyücüler, hükümdarlar ve atlarına binip giden kadınlar vardı. İyi ve kötü kalpliydiler, çirkin ve güzel. Sert bakışlı olanları vardı, şefkatle tutanları. Alçak olanları vardı yücelere ağanları.

Ama kadınlar vardılar çok ama çok önceleri ve onlar neyi nasıl yapacaklarını erkeklere sormazlardı. Neye tapacaklarını, ne giyeceklerini, kiminle sevişip nasıl yaşlanacaklarını kendileri bilirdi.
Ellerinde onları hep oldukları gibi gösteren aynaları vardı. Kadınlığın başlangıcından olgunluğuna, olmuşluktan yanmışlığına her şeyi olduğu gibi anlatan kadınlık bilgileri vardı. Bir kız çocuğu doğduğunda bu bilgiye doğar ve ölümüne kadar bu bilgi sayesinde düşe kalka ama hiç şaşkına dönmeden yaşardı.
Âşık olunca ne yapılır, memelerin çıkmaya başlayınca yeni gelen bu gövde nasıl karşılanır, bacaklarının arasında kan sızdığında bu neyin habercisidir ve erkekler hayatın neresinde durmalıdır.

Talan edilmiş kadınlar
Gövdemizle aramıza erkeklerin uydurduğu tanrılar; ruhumuzla aramıza o tanrıların uydurduğu erkekler girmemişti henüz. Tamdık. Korkularımız bizden daha küçüktü. Eksik olmadığımızı, kendi derimiz içinde kendi evrenimiz olduğunu biliyorduk.
Sonra onlar geldiler. Çok zaman önceydi, korkuyla büzüşmüş erkeklikleriyle, sevgisizlikle ekşimiş kadınlıklarıyla dünyamızı talana geldiler. Bizi ne zaman görseler korkuları geliyordu akıllarına. ‘Kapanın!’ dediler.
Kapatmak yetmedi, ‘Susun!’ dediler. Susmamız yetmedi, ‘Gözümüzün içine bakmayın’ dediler. Biz insan değil, onların korkularıydık bu yüzden yetmediler ne yapsalar. İşte o zaman son emri verdiler. Uydurdukları tanrılara tekrar ettirdiler:
‘Utanın!’ dediler.

İkiye böldüler bizi
Ve biz o gün erkek-tanrıların emriyle utandık. Oluşumuzdan utandık. Erkek olmayışımızdan utandık. Sonra o kadar utandık ki kadınlar bile birbiriyle konuşmaz oldu. Böldüler bizi ve bizim gücümüzden ancak böyle kurtulabileceklerini anladılar:
Utançla bölerek memelerimizden ikiye kalbimizi. Tam ortasına o eksiklik zannını koyarak.
Sonra zaman geçti. Kadınlar o ‘Utan!’ emrini hiç unutmadı. Kıtalar bölündü ve seller karaları değiştirdi ama Kybele’nin içini sıkan tanrılar değişmedi.
Paris sokaklarında barikatlar kuruldu ve Latin Amerika’da dağlardan insanlar aktı şehirlere ama Amazon’un kestiği memesine bakıp alay eden yılışık adamın cahilliği değişmedi.
Çiçek çocuklar dans etti ve aya adamlar gittiler ama Avalon’un büyücülerini kilitlendikleri yerden çıkarmaya kimse cesaret edemedi. Yörük kadınlarının yürüyüp giden, efelenen, erkeği çamurdan yaratan ellerini kimse çivilendikleri yerden çıkarmadı. Ve bizler bunları unuta unuta sustuk.

Regl olan kız kardeşim
Ankara’da bir aile, kızının kadınlığa geçişini, bu dertli baharın başlangıcını, kadınlığın nisan ayını kutladı. Bu kutlama, kadınlığın yası tutulmamış binlerce yıllık katlinin kurbanlarına mezarlarında bir nefes aldırdı. Ben bir nefes aldım. Siz de bir nefes alın. Aramıza bir küçük kadın daha katıldı.
Benim küçük kız kardeşim, kanaya kanaya kadın olunuyor görüyorsun. Ama sakın unutma, o kan temizdir. Çünkü ölümün değil, hayatın başlangıcının işaretidir. Sen hayatsın artık, sen hayat verebilirsin; kan bunun işaretidir.
O kanın kıymetini bil, sakın utanmaya kalkma çünkü o kan tanrılardan bile daha eskidir.
O herkesin sakladığı, utandığı, hakkında fısıldaştığı kan, sadece bizi eksik bırakan tanrıları uyduran adamları yarattığı için günahkârdır. Şimdi kendinle gurur duy.
Eğer ağrı çekiyorsan bil ki dünya senden çıkacak, insanlar senden doğacak. Eğer istersen, eğer bu dünyaya lütfedersen! Bu ağrı, biraz o yüzdendir. Kanına sahip çık, binlerce yıllık koca anaların kanı yerde kalmasın!

Ece Temelkuran

09 Ekim 2008

Yeniden başlarken..

Yeniden başlamak istedim buralara yazmaya. Yeniden başlamazsam ve yeniden başladığımı da herkese duyurmazsam eksik kalacakmış, tatsız tuzsuz olacakmış, aldırışsız görünecekmişim gibi geldi. Hep geriden tırtıklayan sesleri bir kenara koyayım istiyorum şimdi. Sonra eskisi gibi fittir füttür, saçmasapan yazılar döşenmek istiyorum. Yazdan beri evirip çevirdiğim zihinsel-postlarım vardı. Mahallemizin bıçkın delikanlısı bizim apartmanın 34lerinde olduğunu tahmin ettiğim yönetici hatun kişisine "kaşaaaaar" diye bağırmış ve olaylar gelişmiş, bizim sokakta yeni neoliberal dengeler oluşmuş, evde bitmek bilmeyen tadilat süredururken, ustalara çay demleyen ben-kupalarımı kıran ustalar dengesi kurulmuş, yenge oluşumun resmi belgesi ezgibrahim nişanlanmış, doktora kaydı sırasında enstitünün "sinir krizinin eşiğindeki kadınları"yla cebelleşmiş, tam youtubeluk bir kolbastı videosu attırmış, bir şeyi 40 kere söylemişim-istemişim-yakarmışım-olmuş ve pedagog tayin istemiş, en acayibi de umut ayaş'a gelmişti.
Yazmaz olmuşum.
Evin buza kestiği dondurucu sonbahar akşamlarında battaniyeye sarılmış, gündüz vassaf''a "vay be!" demek isterken, blogumu aklıma getirmez olmuşum! Vay bana vaylar bana!
Bu sabah gestalt terapinin ilk dersinde, lidya salonunda bir o yana bir bu yana yürüyüp, ayaklarımın sonsuzlukta yere bastığını fark ederken ve "kendim geldim" der iken, aklıma geldin be blog!
kaşlarına gurban blog
gülü solana seni ölene dek seveceğim blog
şoforsun dediler kız vermediler
ya benimsin ya kara toprağın blog.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...