26 Aralık 2007

Haberin hası, kafamın tası..*


Umut'un 15 ay sürecek olan askerlik macerası Ankara'ya çıktı!







*Haberin en hasını aldım, kafamın tasını kimse attıramaz!

25 Aralık 2007

Terbiyesizliğin böylesi!

"Kurban bayramı tatili ne kısaydı beah, ne çabuk geçti pöaehh" diye mızılanırken Pazartesi, akşamına Gonca geldi bana. Gonca, mini mini üniversite öğrencisi olduğumuz zamanlarda, Ege'de psikoloji öğrencisi olan, psikoloji öğrencileri birliği'nde birlikte çalıştığım, öğrenci kongrelerinde karşılaştığım ve de Portekiz'deki efpsa kongresine birlikte gittiğim arkadaşım. Bayram öncesinde aramış, haber vermişti geleceğini. Ankara'daki iş mülakatı için. Neyse, ben ki gelip kız bende kalacak biiyorum, tüm gün evde bi miktar hastalık çekip, bir de mızıldanıp, bir miktar da rapor yazdığımdan, markete gidip de bommmboşşşş olan buzdolabına bişiyler almak, evi bir üstünkörü de olsa silip süpürmek, düzenlemek konusunda gayet uyuz, akşamı ettikten sonra, Gonca Antalya'da havaalanından aradı beni. Bir saat sonra geleceği bilgisini verdi ve onca ısrarıma rağmen "allahışkına (Nurhan halamın vurgusuyla) ben yemek yapicam, bende yiyelim" dememe rağmen, sezmiş midir nedir, "dışarıda yiyelim" diye ısrar etti, anlaştık. Ki zaten ben ne ne yemek yapacağımı, ne de nasıl markete gideceğimi, hem de ne malzeme alacağımı hesap eylememiş, mayışmaktaydım. Saat 7'de arayıp havaalanında olduğunu haber verdi ve biz Kızılay'da buluşup da yemek yiyene, görüşmediğimiz süreçte yaşadıklarımızı birbirimize ballandıra ballandıra anlatana, "yaaaa!", "yööööö!", "yuhhhh!" efektleriyle şaşırana kadar, saat oldu gecenin 10'u. Eve yürüyerek döndük ve tabii benim "ammaaeeaaen dönüşte alırım ben de kahvaltılık, meyve, çikolata, ıvır kıvır" planım, o saatte Beğendik, Şekerciler gibi eve yakın marketlerin çoktan kapanmış olmasıyla suya düştü! Kıytırık bir bakkaldan tek bir düzgün inek peyniri bulabildim, zar zor, Gonca da hemen uyumak ve sabaha dinç ve kahvaltıya hazır kalkmak istediğini belirttiğinden (!) süt aldık, geldik. Kızcağız internette sörf eylerken gerekli bir durum için, ben de dedim "yav gerizekalı gibi gündüzden halletmedim, ikram edebileceğim hiçbişiy yok, bari centılmınlık yapıp sütünü ısıtayım". Gonca hafif ılık süt istediğini belirtti ve fakat ben ayarsız insan gittim böööle sütü kaynatıp (bıçak sırtı'na şaşalayarak bakarken oldu), üzerine 1 cm'lik kaymak bölertip öyle getirdim, sütüne şeker istedi, koştum gittim mutfağa, allahım evde tek tane şeker yok! Diş macununu zorlukla sıkarak makul miktarda bişiy çıkarttık, sonra ben ona tek marifetim olan tertemiz sabun kokulu çarşaflardan bir yatak yaptım, o uyudu, ben rapora yöneldim. "Sabah 7'de duş alacaksan, ohooooo ben seni kaldırırım o saatte, merak etme" didim. Dimez olaydım. Gonca sarsarak zor uyandırdı beni pirelerimle 08.15'te! Yazık, sevgili misafirim duş için kendine bir türlü havlu bulamayıp, beni de geç yattığım için uyandırmaya kıyamayıp, pamuklu pijamasına kurulanmak zorunda kalmış. Saç kurutma makinasını zar zor bulabilmiş! Öte yandan geç kalıyoruz! Kahvaltının k'sı yok, ben süslenirken kendi kendine yaptığı sallama çay ve dünden kalan bir parça kuru kek yedi sevgili misafirim, sana da çay yapayım mı dedi "ay hayır" dedim bi de bir kaprisli! Dışarı çıktık, bir yandan gülüyoruz tüm bunlara, bir yandan ben feci mahcup, Gonca sanırım özellikle yaptığımı mı düşünüyor acep "insan evladı böyle yapmaz, yuh!" mu diyor? Neyse, Meşrutiyet'teki duraklardan onu GATA'ya gönderip, işe yollandım. Duruşmalar bitince, yanına gidip bir yandan utanarak bir yandan kıkırdayarak ev sahipliği maceramı anlattığım kadim dostum Yıldız hanım, "Rabiacım allah kimseyi ne senin eline ne de evine düşürsün, hahhayt!" diyerek olaya son noktayı koymak suretiyle, aslında kalıcı olmayan, efenim sadece geçici bi durum olan sarsaklık, savsaklık ve pişkinlik özelliklerim konusunda münasip yorumlarda bulundu. Şu noktada, kendime hayatta başarılar dilemekten başka bir şey diyemiyorum efem.

18 Aralık 2007

Başka türlü bir şey benim istediğim..

Çok garip bir şeymiş.. Sabahın bir vakti Eskişehir Yolu üzerinden iş-güç için Eryaman'a gitmek, zırhlı birliklerin, kışlaların görüntüsü cama yansıyınca kafayı otobüsün camına dayamak, burnu patates yapana kadar "noluyor ki orada" diye merak içinde bakakalmak, her bir yeşilliye niyeyse derin bir şefkat duymak, daha önce 55bin kez geçilen yolun o "askeri" kısmındaki ne çok detaya dikkat etmemiş olduğunu fark etmek, "hey gidinin algıda seçiciliği" diye yeniden bir şaşalamak çok garip bir şeymiş. Cep telefonsuz yaşama şu anda ve burada hiç tahammül edememek, numara yok! telefon bile edememek, telefon gelecek diye bir an evvel evde olmayı istemek, her telefonu aloouuuv bi meraklı açmak, artık bütün sesleri ayırt edebilmek çok garip bir şeymiş. Karşıda yaramaz bir sesin "bir gün daha bitti, hoyf" demesine gülmek, sanki yıllardır görüşmüyormuş gibi tek bir kelimeyi kaçırmak istemezcesine kulağı ahizeye yapıştırmak, "bugün yerlerde süründük", "şu gün atış yaptık" deyince sakarlık sabıkasından bi güzel hayıflanmak, "bak oyuncak değil onlar" diye tekrar tekrar tembihlemek, karşıdan alışılagelmiş "hadi baybay"ı hemen duyamayınca buna yine bir gülmek, telefonu bir türlü kapatamamak, kapatmayı istememek, 50 kere vedalaşma sözcüğü sarf etmek çok garip bir şeymiş. "Dün seni çok özledim, baktım kafamı bir işe veremiyorum, gittim Mango'yu alt üst ettim" cümlesini rahat rahat sarf edebilmek, üstelik de karşılığında azar işitmemek, tek becerilebilen soslu terbiyeli uslu tavuktan pişirince "ayyy bunu çok severdi" diye kendi kendine dertlenmek, özlemek, özlemek, "daha şu kadar var, pöff!" demek, sonra bir daha özlemek, sonra bir daha "pöff!" demek, bir özlemek, bir "pöff!"demek, bir özlemek, bir "pöff!" demek çok garip bir şeymiş.
Denizi ayrı deniz, havası ayrı hava..

08 Aralık 2007

Saç kesimi phobia

Ara sıra yaşadığım depresyon/değişim/özenti rüzgarları çerçevesinde, kısacık kestirmek, kat attırmak, kırmızıya-mora-yeşile boyamak, kıvırcık yapmak, besleme kahkülü kestirmek gibi hezeyanlara salındığım ve elbette cesaret edemediğim zamanlar olduysa da, liseden bu yana hep upuzun saçlarım. Bir nevi modern Rapunzel de diyebilirim kendime, breh breh. Misafirleri içeriye kapıdan almak gibün mesela. Hem evimin pencereleri demirli, nasıl salajeaeamm saçlarımı aşşaya? Pöff, kendimden sıkıldım.
Evet, bir klinik psikolog olarak şu soruyu sormak gerek: efenim şimdi ne oldu da geçmişimde, ben saçlarımı bir türlü kestiremiyorum? Niye tüm kestirmeleri erteliyorum? 2 mm. bile kesilse saçlarım, niye ahüzar ediyorum? Kuaförden niye "bi daha gelmiycem" diye çıkıyorum? Bir kaç yıl önce, "saçımı al biraz kes artık, içinden klozet kapağı bile çıkabilir yakında" diye eline makas verdiğim kardeşim, saçımdan bir tutamı acımasızca zart diye kesince, niye kavgaya girişip, çemkirerek "aaaaa saçımı mı kıskanıyosun löyyyn?" diye mahalle karısından hallice bağırıyorum?
Sıcak bir yaz günü, iki tıfıl kız kardeş, Ayaş'ta erkek berberi olan Cafer büsbabalarının dükkanına uğrarlar. Orada küçük kız kardeş, birden "büyükbabaaaaa saçımı kessene" diyip hastası oldukları dönen koltuğa zıplar ve büyükbaba bir kaç kırt kırt hamlesiyle küt ve mantar model bir saç kesimi yapar. Küçük kızın düzgün kafasına ve küçük yüzüne çok yakışır model. Kendi kafasının arkasını da güzel ve yüzünü de küçük sanan büyük kız kardeş, ebleh bir "ben de istiyoruuuum!" namesi tutturur ve koltuğa oturur. Büyükbaba yine usta hareketlerle onu da şipşak mantara döndürür. Ama o da ne? Büyük kızın tombul yanakları, geniş yüzü ve düz kafası itibariyle şekil, bi acaip şekil olmuştur ve beslemelere dönen büyük kız çocuğu karizmayı bozmamak istercesine yine de teşekkür ederek, göz yaşlarını içine akıtarak, kardeşini alıp eve yönelir. Evde annesi kapı açılıp da önden küçük kızı girince "aaa ne güzel olmuş" tepkisi verir, ve arkadan giren büyüğe önce bir tepki veremeyip, sonra da hazırlıksız bir "ay çocuuum hani senin saçı örecektik okul başlayınca?" der. Bir anda, Anadolu Liselerini kazandığını ve o dönemler epey sert saç-baş-kılık kurallarının geçerli olduğu okullardan birinde okuyacağını ve, ya kısacık ya da örülebilir uzunlukta saçlara sahip olması gerektiğini hatırlayan tıfıl kız evin kilerine kapanır ve iki gün göz yaşı döker, böğüre böğüre.
Tahmin edileceği üzere, büyük salak benim. Annem çok teselli vermeye çalışsa da, başka bi tarafıma benzemiş saçlarımı sonradan adam etmek mümkün olmadı ve ben Eskişehir Anadolu Lisesi'ndeki ilk iki yılımı öğrenci tipi denilen ama basbayağı tıfıl oğlan tipi olan kısacık saçlarla geçirdim. Ha bir de, okulun en kısa boylu çocuğu sıfatına (hazırlık sınıfında "short" kelimesinin direkt örneği rabia) ve yüzümün yarısını kaplayan gözlüklere sahiptim ki, o konulara hiç girmiyorum.
İşte benim hikayem dostlar. Sevgi böcüklerim benim. Konuya gelirsek, liseden bu yana zaman zaman belimde, zaman zaman kıçımın altında, zaman zaman pırasa, zaman zaman afet-i devran saçlarımı kimselere yar etmemek için, kuaföre iki yılda bir giden bir yaratık haline geldim. Hesap yaptım da, en son Şubat-2006'da kestirmişim uçlardan.. Son iki aydır da adeta aslan yelesi kıvamına gelip, içinden cevat kelle hesabı klozet kapağı çıkmasından korktuğumdan, en son Didem de "Rabiacım sen kaptan mağara adamını biliyo musuuuuun?" diye muzipçe gerekli müdahaleyi yaptıktan sonra da vakit bulamayıp :p gidemiyordum ki, geçen hafta sonu Denizli'den gelen Deniz ve Esin'le kahvaltı sofrasında iken; elinden her ince iş gelmesi gibi bir özelliğe sahip süper insan Esin, laf arasında, "ben keserim" deyince, hep birlikte bir gaz, Tunalı'dan kesim makası filan alındı ve Umut'un sınavda can çekiştiği saatlerde, Esin kırt kırt tam da istediğim boyutta, "ayyy çok mu gidiyo" endişesi yaşadığım noktalarda gıpraşmamdan hissetmiş olacak ki, "şimdi şurayı alıyorum, düzgün olsun diye şunu yapıyorum" gibi desteklemelerle saçımı bir güzel kısalttı. Normale döndüm.
"Bak saçlarıma!" dediğim bir sürü insan kısalmayı fark etmese de; tam istediğim gibi, kıvamında ve rahat bir saç kesimi macerasını atlatmamda emeği geçmiş herkeslere; becerikli kuaför Esin'e, işin sponsorluğunu üstlenen ve makası alan, duygusal desteğini esirgemeyen Umut'a, karar verme aşamamda son noktayı acı da olsa:) koyan Didem'e ve tam mızıklama noktasında "o ne süpürge saçlar!" diye öğretmen misali azarlayarak beni kendime getiren Deniz'e teşekkürü borç bilirim efem!
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...