30 Mart 2009

Güle güle..



Aile Mahkemesi'ne ilk atandığım zamanlardı. Ne yapacağım, nasıl yapacağım, ne acayip, hangisi doğru kaygılarımı hem telefonda hem dernekte gidermişti sevgili hocam. Türkiye'de adli psikoloji deyince akla gelen ilk ve en değerli isimlerden, sevgili Gülçin Demir'i dün, 29 Mart 2009'da, anlamsız bir seçim gününde kaybettik.
Desteğini hiç unutmayacağım. Huzur içinde uyusun..

29 Mart 2009

Dün, Bahar ve Aşk

Okul ve iş temposu, aslında buraya çok sık düşmek istediğim evlilik hazırlıkları notlarım konusunda pek engelleyici oluyor sevgili takipçilerim. Şu aralar hayatımda o kadar çok şey, o kadar hızlı, o kadar umulmadık ve o kadar accayip bir biçimde ilerlemekte ki, ben sıklıkla "dizimi kırıverem, bloğuma yazıverem" diyorum, ancak yazamadan bambaşka bir şey bambaşka bir süperlikte karşıma çıkıveriyor, onu yazamadan bir başkası geliyor.. Velhasıl 2009 yılının ilk ayları benim için feci hızlı geçiyor.
Esas hikaye Umut'un sahibinden.com'dan ormanın dibinde muhteşem bir ev bulmasıyla başladı. Diyorum bu adam şanslı diye.. E, benim gibi bir kadınla evleniyor olmak boru değil azizim:P, şans bulmazsa bilmemne bulur adamı (bilmemne kısmı hayalgücünüze göre tamamlanabilir). Neyse, biz eve pür neşe gittik baktık, haliyle bayıldık, banyonun kuş kadar olması, çamaşır makinesini mutfağa koymak durumunda kalacak olmam, evin giriş kat olması bile vız geldi bize.. Ama tabii, anneler ortaya o kadar çok endişe koydular ki, özellikle de "ilk katta ev ısınmaz, donarsınız" konusunda, biz de hem onları hem kendimizi ikna etmek için, Kızılay'da günlük güneşlik, Or-An'da kar-tipi olan bir gün, sitedeki tüm birinci katların kapılarını çalıp "ısınıyor musunuz?" sorusunu yönelttik. Aldığımız cevaplar doyurucu olunca da, tutuverdik evi. Oh mis! Hemen sonrasında merdivenleri elden geçirdik, temizledik derken, Umut eve taşındı ve ben bu ortak kurumun cinsiyeti hapsedilmiş kısmı olarak henüz evcağızıma taşınamadım (bkz. geleneksel değerlere karşı koyamayan kız kısmısı; aile eşrafında bomba etkisi yaratmak istemeyen düşünceli hatun diye de reframe edebiliriz). Küçükesat'taki evle iki arada bir derede kalmaya/takılmaya devam.
Evi tutmadan evvel, dayanamayıp bir kısım koltuğumuzu almış idik zaten. Evi tuttuktan sonra da el atılması gereken eşya vs. işleri sürecinde, o kadar cok Bilkent'teki Tepe'ye, Panora'daki Mudo'ya ve Siteler'de dayımın "gelin bakın sizi nereye götürüyorum?" dediği izbe yerlere gittik ki, gittiğimiz yerlerdeki satış görevlileriyle ahbap olduk, adeta yoklama verdik, kıl ettik kılçık ettik hepsini. Yok berjerlerin kumaşı kırmızı pötikareli olacak, yok yatak odasının gardrobu zart kapılı, yemek masasının ayağı zurt çivili derken, ve bizim müstakbel ev çingen evi olma yolunda hızla ilerlerken, dayı desteği, dekorasyon siteleri ve Umut&Rabia ikilisinin hayalgüçlerinin de etkisiyle bişiylere benzetmeye başladık ortalığı. Salonun ortasında kocaman ve tam istediğim tonda kıpkırmızı bir kütüphane duruyor ki, hastasıyım.
Naci dayım bizi möhüm yüklerden kurtardı. Hayalimizdeki şekli tarif ettik, gitti buldu, en ham haliyle ortaya koydu. Hayalimizdeki rengi tarif ettik, en cillop ustaya boyattı. En süpper dayı unvanına mazhar oldu.. Halledilmesi gereken bir yığın iş var daha elimizde, ufaktan girişiyoruz tek tek, keyif keyif..
Tabii bu arada, "her genç kızın ruyyyası" diye vikviklenen gelinlik işine de "hadi len artık, uyuz musun?" dürtülmeleri neticesinde adım atmış bulunuyorum ki, o bambaşka bir blog yazısı konusu.. Ne de olsa kıl tüy bi iş azizim. 3 saat giyeceğin zımbırtıya 300 kilo enerji harcıyorsun. Enerjiyi harcayalım, konuyu bu post'da harcamayalım.
Bekleyelim, görelim daha. Yazar neler eylemiş?

08 Mart 2009

Bugün

Kadın

En çok konuştuklarımız en az yazılanlar.
Başta hava..
Psikolojide, havanın bizi nasıl etkilediğine ilişkin araştırmalar bildiğim kadarıyla yok. Güneşli, yağmurlu günlerde ruh halimizin değişkenliği sıradan konuşmalarımızdan öteye gitmez. İklimlerin türümüzün evriminden de öte davranışlarımıza, toplum yapısına etkisi yeni yeni ele alınıyor. Oysa, nice uygarlığın varoluş biçimi, tarihe yön veren kimi
savaşların sonuçları, iklimle de ilgili.
Anne babaların çoçuklarından söz ederken, çocuğumuz yerine, çocuğum demeleri gibi, kendimizle o denli meşguluz ki gözümüz görmüyor benden, bizden ötesini.
Kadınlar erkeklerden nasıl farklı?
Soruş tarzım erkek egemen dünyanın ifadesi. “Erkekler kadınlardan nasıl farklı?” diye sormak, aklımızdan pek geçmez.
Şaşılacak bir şey değil.
Bugün dünya kültürüne egemen Ortadoğu dinlerinin kutsal kitaplarında, tanrı önce
erkeği yaratmış, sonra da, yalnız kalmasın diye kemiğinden parça kopartığı kadını.
Kadın olmak zor.
Türkiye kadına oy verme hakkını başka bir çok ülkeden önce tanıdı. Ama oylarımızla seçtiğimiz yasalarımızı yapmakla görevlendirdiğimiz mebuslardan, `Kaç çocuğunuz var?’ diye sorulduğunda, kız çocuklarını saymayacakları halde, nasıl giyinmeleri konusunda insan hakları adına fetva verenler, zinayı suç saymak isteyen başbakanlar yok mu? Başlık parası ödeyecek gücü olmayan yoksullar Hindistan’da kız çocuklarını öldürüyor. Kuzey Afrika’da, kültüre sahip çıkmak adına haz alma uzuvları duyarsızlaştırılan kızlar sünnet ediliyor. İleri demokrasilerde bile fuhuşa zorlanan kadınlar köleleştiriliyor. Birden fazla çocuk sahibi olmanın yasak olduğu Çin’de de istenmeyen kız çocukları kürtajla alınıyor. Bu ülkenin nüfusunda kadın erkek oranı o denli sarsıldı ki, alışılagelmiş toplum yapısını tehdit eden on milyonlarca kadınsız erkek türümüzün tarihinde bir ilk.
Gene de, 20. yüzyıldan itibaren sosyalist ülkelerin öncülüğünde, kadınların yasalar önünde, erkeklerle eşit haklara sahip olmaları konusunda atılan adımlar bir çok ülkede gündelik yaşantı-mızın artık sorgulanmayan parçası. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü hem nereden nereye gelindiğinin ifadesi hem de süregelen eşitsizliğin.
Ancak eşitlikle farklılık birbirlerini dıştalamamalı.
Kimi çevrelerde eşitlik kavramı, kadın erkek farklarını, kadını kadın, erkeği erkek yapan psikolojik özellikleri incelememizi tabulaştır-mak pahasına putlaştırıldı... Beylik konuşmala- rımıza konu olan erkek ve kadın psikolojileri üzerine kitaplar çoktan yazılmış olmalıydı. Kız çocuğumuz olmadığında hayıflanmıştım kadınları daha iyi tanıyabilme şansımı yitirdim diye. Birbirimizi tanıyacağımıza bireysel ilşjkilerimiz-de saç yoldurtuyor, terapistlere taşınıyor, hem cinsimizle yan yana geldiğimizde, yapay bir samimiyetin dayanışmasıyla, cehaletimizi yansı-tan fıkralarla, genellemelerle cepheleşiyoruz.
Kadınlar daldan dala atlar, erkekler sebatlıdır değil mi?
Araştırmalar kadın beynindeki iki yarım küre arasındaki bağlantıların, erkeklere göre daha yoğun olduğunu, bu nedenle, erkeklerin tek bir faaliyete odaklanırken, kadınların aynı zamanda birden çok şeyi yapabildiğini gösteriyor.
Aramızdaki farkları, türümüzü zenginleştiren, bizi bütünleştiren öğeler olarak görmek
yerine, kadın erkek eşitliğini dogma yaptığımızdan, gözlemlerimizi, düşüncelerimizi, duygularımızı sansürlemeyi tercih ediyoruz.

Gündüz Vassaf

02 Mart 2009

Yarın

Kamuoyuna;
Tüm dünyada olduğu gibi, Türkiye’de de Mart'ın ilk haftası “Dünya Seks İşçileri Günü” olarak kutlanıyor. 3 Mart günü bizler de dünyadaki tüm meslektaşlarımız gibi sokaklarda olacağız.
Seks işçileri olarak tarihin en eski iki yüzlülüğünün kurbanlarıyız. Yok sayılmamıza, damgalamamıza, şiddetten delirmemize yol açan bu iki yüzlülüğe son vermek için sokaklara çıkıyoruz. Yüzleşiyoruz.
Şiddet her an her gün gündemimizde. Maruz kaldığımız saldırıları hakettiğimiz düşünülüyor. Polislerin tavrını çok iyi bildiğimiz için polis bizim için son seçenek konumunda. Üstelik günden güne artan şiddet ve terör sadece bizi değil tüm toplumu kuşatıyor. Emniyet Güçleri sokakları kargaşaya terk ettiği gibi bir de kendi şiddetini arttırarak üstümüze geliyor. Sokakta suça meyilli, kriminel kişilerin doğrudan hedefi haline geliyoruz. Cezalandırılmayacakla rını çok iyi bildikleri için cüretleri, saldırganlıkları her geçen gün artıyor. Yine emniyet güçleri “gürültü”, “trafiği engelleme”, “teşhircilik” gibi asılsız suçlamalarla bizlere para cezaları kesiyor. Direnmemiz durumunda işkence ve zorla kesilen ceza makbuzlarına imza atmak durumunda kalıyoruz. Tüm bunların etkisiz kaldığı durumda da infaz timleri kuruluyor, kimliğini asla tespit edemeyeceğimiz sivil polisler ellerinde demir sopalarla üstümüze yürüyor. Her gün ayrı versiyonu çekilen bir korku filminin değişmeyen kurbanlarıyız dersek abarttığımız düşünülmemelidir.
Sokaklarda çalışmak bizler için en son çare olduğu halde “aile babalarını yoldan çıkaran”, “çoluk çocuğun ahlakını bozan” ve mikrop saçan ahlaksızlar olduğumuz düşünülüyor. Devletçe güvenliği sağlanan kapalı mekanlarda, her bireye tanınan sosyal ve sağlık güvencelerinden faydalanarak çalışabilmek istiyoruz. İşin gereği olan rutin sağlık kontrollerinin de bu kapsamda devlet tarafından yapılmasını talep ediyoruz. Bu sadece bizim için değil toplum için de fayda sağlayacaktır diye düşünüyoruz. Cinsel Yolla Bulaşan Hastalıkların Önlenmesi İçin Seks İşçilerinin çalışma koşullarının mutlaka iyileştirilmesi gerekir. Bu dünyadaki tüm sağlık otoritelerinin kabul ettiği bir gerçektir. Her meslekte olduğu gibi bu mesleğe de belli standartların getirilmesi hem toplum hem de bizler için yarar sağlayacaktır.
Bizler çok iyi biliyoruz ki en ideal kanunlar da çıksa bakış açısı değişmedikçe, bizler toplum olarak, seks işçileri olarak örgütlü bir biçimde kendi hükmümüzü işletmedikçe yanlış uygulamalar da değişmeksizin devam edecek.Kaldı ki mevcut kanunlar dahi işletilmiyor. Kontenjan kota gibi uygulamaların kanunda yeri olmadığı halde Geneleve Girmek İçin başvuru yapan 30 000 kadın hala bekliyor. Polis devleti değil hukuk devleti istiyoruz. İnsan Haklarının sözde değil özde uygulanmasını bekliyoruz. Örgütlenme hakkının kendi kurduğumuz örgütler için de geçerli olmasını talep ediyoruz. Buradan tüm Türkiye’ye ve dünayaya ilk selamımızı gönderiyoruz. Bundan böyle de mücadelemizin aralıksız devam edeceğini buradan herkese ilan ediyoruz.
Ayrımcılığı artık istemiyoruz, ancak ayrıcalık da istemiyoruz yalnızca doğumla beraber her birinizin kazandığı anayasal haklarımızı kullanabilmek istiyoruz. Seks işçilerine gösterilecek saygı bir lütuf değil anayasal bir sorumluluktur, ondan da önce aslında insan olmanın asgari bir gereğidir.
Atıldığımız namus cehenneminden güneşe çıkmak için 3 Mart Günü, akşam saat 18:00’de kırmızı şemsiyelerimizle Galatasaray Meydanı’nda olacağız. Tüm seks işçilerini, duyarlı kamuoyunu ve basını basın açıklamamıza bekliyoruz.

Kadın Kapısı

Kırmızı Şemsiye Seks İşçileri İnsiyatifi

Lambdaistanbul GLBTT Dayanışma Derneği

Amargi Kadın Dayanışma Kooperatifi

DSİP (Devrimci Sosyalist İşçi Partisi)

KEG Cinsiyetçiliğe Karşı Dayanışma Ağı

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...