10 Temmuz 2010

Koptum geliyorum!


Selam millet. Yazmayalı uzun zaman oldu (!). Ben bir Virginia Woolf'um ve tüm edebiyat dünyası ne yazacam diye beni bekliyor ya o bakımdan bir açıklama minvalinde bu meşhur blogger cümlesiyle niyet ettim bugünkü yazıma başlamaya. Umarım hepiniz iyisiniz, afiyettesiniz. Zaten bir avuç kardeş, arkadaş, dost, tanıdık ve blog aracılığıyla tanıdığım muhteremlersiniz, buraya yazı kondurmadığım zamanlarda ben sizi takip ettim, iyi olduğunuzu biliyorum. Hatta şimdi bi kısmınız cennet sahillerimizde tatilde, bi kısmınız haftasonu kaçamağında, bi kısmınız da bu serin ama güneşli Cumartesi sabahının keyfini çıkarmak üzere yataktan başını uzatmakta.. Kahvaltı menüsünde ne var aceba?
Üzerimde bir uyuşukluk, bir ölü toprağı adeta. Maskeli depresyondayım bir yıldır. Dönüp baktığımda hiç kolay bir yıl olmamış. Diyeceksiniz ki, haçan yılın ortasını daha 1 ay geçtik geçmedik, ne değerlendirmesi bu? Anacım bi bakıyorum, benim için milat olmuş bizim evlilik, sonrasında ben ayı gibi kış uykusu misali bişiye yatmışım ve daha yeni yeni uyanıyorum. Ayı deyişim mecaz değil, kilo meselesine gelicem, ühühühühüh.
Benim bu bir kaç post ötedeki laparaskopik kistektomi hikayem meğer bir kistin ve bir sıkıntının sona erişi değil, adeta başlangıcıymış efendiler. Yani tıbbi olarak sıkıntılar sona erse de, kist yeniden oluşmasın diye kullanmak zorunda olduğum bu oral kontraseptif denen nane, canıma okudu canıma! Üzerimdeki ölü toprağının müsebbibi bu haplar, depresif duygudurum, zabahları mide bulantısı, ödem, elveda libido gibi prospektüste yer alan yan etkilerin yanı sıra, beni akrep nalan yaptı, ühühühühüh.
54 kilo iken, balayını İtalyan yemekleriyle haşna fişne geçirmenin bedeli olarak yurda 56 olarak dönüş yapmış idim. Ahan da şimdi basıyorum 60-61! Yaklaşık 1 yılda yığdığım bu 6 kilo ile birlikte benim bacaklar insan bacağından çıkıp fil bacağına dönüşürken, çekik gözlerim tombul yanaklarımın içinde adeta kaybolmakta ve gülümsediğimde ufukta bir çizgi halini almaktalar... kol ve toto meselesine hiç girmiyorum, ühühühüh.
Yedikçe depresyona girdim, depresyona girdikçe yedim derken, işe her gün üstüme yapışan etek ve elbiselerle gitmekteyim zira pantolonlar diz kapağımdan yukarı çıkmıyor, ühühühüh.
Bu ölü toprağı ve uyuşukluk yüzünden, sorumluluklarımın çoğunu çok geç yerine getirdim, mükemmeliyetçilik her daim bana eşlik ettiğinden işleri bir türlü tamamlayıp da veremedim, ve hatta "zaten kalacağım" düşüncesiyle birlikte, yeterliğe son üç hafta önceden hafif hafif bakınmaya başladım, ders çalışmayı özlediğimi fark ettiğimde artık toparlayamayacağımı anladım, son 3 gün bu halde sınava girmek çok anlamsız geldi, girmeyeceğim diye umut'la çok kavga ettim, sonra hocalara saygısızlık olur diye allah ne verdiyse gireyim dedim, sorunun birini komple uydurdum, hocalar beni bir taraftan tokatlayıp bir taraftan okşayarak çok süper gazladılar, sınavı geçen arkadaş ağlarken, sınavdan kalan ben zıplamaktaydım, hocalar bu halime kahkaha attılar ve Aralık'ta gerçek rabia potansiyelini görmek istiyoruz diye pohpohlayarak beni yolladılar. Eskiden olsa, yeterlik sınavından kalmış olmam kabul edilemezdi, çok utanır, çok ağlar, kendimi dünyanın en başarısız insanı sayardım. O sırada ise, önce sağlığım, önce mutluluğum filan diyordum, ne utanç ne üzüntü, ne başka bir his, sadece farkındalık vardı. Büyümüştüm (bi de içimdeki çocuk diyeyim iyice öeehleyin).
Yanlış yapma lüksüm olmayan tek yer belki de, mesleğim, daha doğrusu şu anda yaptığım işti. Çok feci karmaşık dosyalar geldi, içinden çıkamayıp üzerinde çok fazla zaman harcamam gereken çok vaka oldu, ama yine çok güzel işler çıkardım(k), çok değişik şeyler gördüm, yine çok şey öğrendim, her zamanki gibi titiz ve huysuzdum ama olsundu (La hala yaptığım iş için niye di'li geçmiş zaman kullanıyorum, niye?). İşimizin bir parçası haline gelen savcılık şikayetleri yine hayatımızdan çıkmadı, hatta bunlardan birine blogcuğum da dahil edildi, özel yaşamlarımız didiklendi, lakin aklın yolu birdi. Tüm bu derdi tasası, sorunu, sıkıntısı, koşulları yanında bu işin en güzel tarafı ve hala tutunduranı, birlikte çalıştığın hakimlerin raporlarını dikkate alarak kararlar vermeleridir, gerisi fasa fisodur, teferruattır.
Ayol ne oldu da ben komik bişiyler yazmak için başlamıştım, iş böyle bir veda mektubuna dönüştü? Tövbe tövbeee. Yahu amma Bergen kılıklı kadınım yahu! Acıların rabia'sı. Bu iş beni bu hale getirdi. İşe gitmediğim günler oturup Müge Anlı filan izliyorum, Umut tiksinerek dinliyor akşam beni. Ulen kocacim diyorum, sen sanıyosun ki o bir şov, hayır hayatın ta kendisi, ben dün aynı öyle bir karmaşanın tam ortasındaydım, yarın da çözüyorum, ehe!
Vik vik vikledim lakin en güzel şeylerden biri de bu bir yıl içinde Umut'la totomuz yer görmedi. Umut'unki iyice görmedi de ben de işte fırsat bu fırsat peşinden toplantılarına takıldım. Ekim'de Barselona, Ocak'ta Paris, Haziran'da Roma. Umut ve arkadaşları çalıştı, ben gezdim. Hatta Paris'e Bilge&Özge de gelince, orası iyice unutulmaz oldu. Yazayım diyorum bunları, rabia çelebi diye etiket yaptık, içinde pek bişiy yok! Yazmazsan olmaz tabii!
Gördüğünüz üzere bloğun şekil şemali değişti. Aslında bu kadar alaca bulaca bişiy istiyo muydum bilemiyorum. Bloglarda dolanırken shabby blogs diye bir şeye rastladım, tıklayınca nefis backgroundlar gördüm, buna bayıldım, oradaki yönergelere göre denedim, bir türlü yapamadım, günlerce umut'un peşinde kedi gibi dolandım, yap yap didim, nihayet dün gece oturduk, yaptık. Umut sitedeki header'lara da bayıldı, ve zorla bana bu header'ı yaptı. Aslında ben eskisnden memnundum. Sonra dedim ki, ulen amma değişime dirençliyim ha, o olsa ne bu olsa ne? Sonra umut tamam edince bu kez de bayılıverdim. Yeni şeklimin hastası oldum. Bir süre de böyle yazayım bakalım. Eski templateleri kaldırmış sanıyordum blogger ama edit html kısmına tıkladığınızda altta duruyorlarmış meğersem. Kardeşiminki gibi tüm sayfaya yayacaktım koyduğum fotolar büyük görünsün diye, sonra baktım iki tarafa zımbırtı koymak daha iyi olacak. Cümleden bişiy anladınız mı? Ahan da bendeki terminoloji bu kadar beyler hanımlar. Dün gece bi de umut bana dalaştı kızarak. Efenim ben o html denen şeye hotmail (yani hatmeyıl :D) diyorum çünkü sadece bir kaç kez karşı karşıya geldiğim bu harfler bütününe eyçtiemel demek güç geliyor, hotmail deyince umut anlasın istiyorum. Ben de biliyorum onun başka bi nane olduğunu ama umut efendi bir türlü hoşnut kalmadı karısının bu cehaletinden. Hayret bişiy. Sen radde'ye hadde derken iyi ama ;) Hotmail işteeeee!
Bu yeni şeklimi beğenenler sahbby'e tıklayabilirler, orada envai çeşit nane var. Blogger'ın yeni template designer'ı da gayet başarılı, ben daha oynamayı düşünüyorum bi sürü şeyle. Siz de yapın. Ha bakıyın.
Derdim dobişkoluğumu yazmaktı, başlığı da ona uygun yazdıydım, düşünün bir kaya parçası veya çığ gibi dehşet hale geldim demekti, yazı hayat hikayesine dönüştü. Konuya geri dönersek, aldığım bu 6 kiloyu mümkünse hemen verdiren bir çözüme ihtiyacım var. Gugıl'a bir haftada 5 kilo diyeti yazdım, karşıma Hadise diyeti diye
bişiy çıktı. Anam bi baktım, enfes görünüyor, güne ballı süt ile başlıyorsun filan. Ne güzel diyet len bu derken, ertesi gün uygulamaya girmeden bir daha çek ettim, o süt değil su imiş. böyk! Ben artık nasıl onu süt görmüşüm, oranın yorumunu size bırakıyorum. Bir-iki gün uyguladım ama kafeteryasında sadece tost, döner, köfte ve hamburger bulunan bir adliye insanı için zor bu işler. Evde hazırlayıp gitmek, benim gibi son dakka insanı için rüya. Sonuç, ertesi pazartesiye bırakılan diyetler..
Bi ara da güzel kaptırmış koşuyordum, araya Roma ve eyyafyallayökül yağmurları girince onu da bıraktım. Zihin gücüyle kilo vermeyi hayal ediyorum şimdi, araştırayım bakayım öyle bir şey var mı? Bildiğiniz formül varsa, çekinmeyin, yorumlara yazın millet.
Ha bir de pms faktörü var, istersen dünyanın en disiplinli insanı ol, pms durumunda tatlı rüyası görmeyi engelleyemezsin. Dün mozzarellalı irmik helvası yaptım bir orduya bedel. Umut bayıldı. Tüm aşamaları da fotoğrafladım, bloğa yazayım diye. Sonraki post o olacak muhtemelen. Canınız çekerse bize geliniz, mıtfakta herkese yeter miktarda helva mevcut. Bi de yanına İtalyano kahvesi çaktık mı, muhabbeti bacak gibi sündürürüz, evelallah.

23 Nisan 2010

Çocuklara bayram..

Çocuk bayramımızın olması harika bir şey. Bir de hava atıyoruz bununla, çocuk bayramı olan tek ülke biziz diye. Fakat bizim ulkemizdeki kadar çocuklarin "bir acayip büyüdükleri" başka kaç ülke var aceba? Sokakta çalışan, geç vakte dek ortalıktaki çocuklar, kaçak çalıştırılan çocuklar, emeği sömürülen çocuklar.. Ailesi de bunları çalıştırıyor, cık cık, denilen yoksul çocuklar.. İki bakanın ayakkabı boyatma sevdasını mazerete kavgaya tutuştuğu çocuklar.. Cinsel/fiziksel istismara uğrayan fakat faili salıverilen, üniversitelerden gelen "ruh ve beden sağlığı bozulmuştur" raporlarıyla verilen kararları Yargıtayca "adli tıp görsün" gerekçesiyle bozularak çilesi sürdürülen çocuklar.. Adli tıpta aylar sonrasına randevu verilen, hakkında "akıl baliğ olunca cinsel ilişkiye girebilir" diye gazetelerde ahkam kesilen, ruh sağlığı bozuldu mu bozulmadı mı diye süründürülen çocuklar.. "Ne hissettiği kimin umrunda?" çocuklar.. Adli sistem içinde, hem polisin hem savcının hem ağır ceza mahkemesinin üst üste taciz/tecavüz anını anlattırdığı çocuklar.. Donanımsız hakimlerin "madem seni dövüyordu/tecavüz ediyordu, niye bugüne kadar söylemedin" diye paramparça ettiği çocuklar.. Bir kaç koyuna, bir kaç milyara satılan, ağabeyinin evlenme hevesine berdel edilen çocuklar.. Sevdiği için katledilen çocuklar.. Dışarıda geziyor diye, alnımıza kara çaldı diye öldürülen çocuklar.. Kendi dilinde öğrenmesi men edilen, eğitim hayatı baştan sıfırlanan çocuklar.. Taş atıyor diye yerlerde sürüklenen, ailelerinden kopartılan, onlarca yıl hapsi istenen çocuklar.. Annesi dersane senetleri yüzünden hapse girince, intihar eden çocuklar.. Anasının, kanlı parçalarını eteğine topladığı çocuklar.. Yanlışlıkla vurulan çocuklar.. Devletin gözetimi altındayken, yuvalarda/ yetiştirme yurtlarında dövülen, duygusal ihtiyaçları göz ardı edilen, tecavüze uğrayan çocuklar.. Suça sürüklenen çocuklar.. Bakan sıfatlı insanların "muhbirlerim" dediği çocuklar.. Anne-babanın hırsı yüzünden ebeveynlerine yabancı, ne sevincini, ne hüznünü yaşayabilen çocuklar.. Şımarmasın diye uyuduğunda öpülen çocuklar.. Sütle, etle, sevgiyle değil, ekmekle ve dayakla büyüyen çocuklar.. Siirt'te iki yıldır tüm şehrin tecavüzüne uğrayan çocuklar.. Bir şekere, iki bisküviye kandırılan çocuklar.. Yaşadıkları dehşet istatistikten ibaret çocuklar.. Varsın, sizin de bayramınız kutlu olsun.

08 Mart 2010

Ekmek de istiyoruz, gül de!


Yürüyoruz yürüyoruz, günün aydınlığında
Donuk fabrika bacalarına, yoksul mutfaklara
Çarpıyor sesimiz ve birden parlayan
Bir ışık gibi ulaşıyor insanlara
"Ekmek ve gül! Ekmek ve gül!"

Yürüyoruz yürüyoruz, erkekler için de yürüyoruz
Çünkü hala bizim oğullarımızdır onlar
Ve biz hala analık ederiz onlara
En zorlu iş, en ağır emek
Ve çalışmak doğuştan mezara dek
Ve böyle sürüp gitsin istemiyoruz
Yaşamak için ekmek
Ruhumuz için gül istiyoruz!

Yürüyoruz yürüyoruz kol kola
Saflarımızda ölüp gitmiş arkadaşlarımız
Ve türkümüzde onların kederli "Ekmek!" çığlıkları
Çünkü bir köle gibi çalıştırıldı onlar
Sanattan, güzellikten, sevgiden yoksun
Biz de bugün hala onların özlemini haykırıyoruz
İş ve ekmek isiyoruz
Ama gül de istiyoruz

Yürüyoruz yürüyoruz, yan yana, güzel günler adına
Kadınız, insanız, insanlığı ayağa kaldırıyoruz
Paydos bundan böyle köleliğe, aylaklığa
Herkes çalışsın, bölüşülsün kardeşçe, yaşamın sundukları
İşte bunun için yükseliyor yüreklerimizden
Bu ekmek ve gül türküleri
Ve yineliyoruz hep bir ağızdan
"Ekmek ve gül! Ekmek ve gül!"

James Oppenheim


19 Ocak 2010

Ocak'ın 19'u

Bugün, elimizde sıcak şaraplarımız, Notre Dame'dan Pont Neuf'e uzanırken, Seine nehrinin kıyısından kıyısından güvercinlerle yürüdük, Bilge, Özge ve ben.
Ve kadehlerimizi sana kaldırdık sevgili Hrant Dink.
Seni unutmadık..
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...