30 Mayıs 2007

Aslı burada, yanıbaşımda, yamacımda...

Dün sabah bir eğitim için apar topar Ankara'ya geldi sevgili tavığım ve biz üniversite hallerimize, iş yaşamındaki acemi günlerimize, yeni para kazanmaya başladığımız teeyyy ne zamanlara dönüverdik iki gün içinde... Değişen bir şey yok. Birlikte yemek yaptık, yemeğe tuzu bastık, Tunalı'da takıldık, eve döner dönmez iki tavuk erkenden sızdık, sabah erken vakte saati kurduk, ben yine uyanamadım, Aslı her işi gören misafir olarak mutfağa daldı, kahvaltıya girişildi, iki envai çeşit peynir canavarı, bol bol beslendi.. Gün boyu dertlere derman olundu, aralıksız görüşme yapıldı, "nerde sorun orda burnum" babında yeni şeyler öğrenildi. Akşam, tabii ki alternatifsiz durum kurtarıcısı Leman'da Berf'le yemek, alakasız kişilerin dedikoduları, lisans ve hocaların detayları, gündeme giren yeni konu başlıkları..
Ve sanmayın ki (!), bir avuç paramızı takıya, incik boncuğa yatırdık, Zara'yı eleştirel bir perspektifle taradık, yeni sezon bütçeye dokununca öylece kalakaldık..
Arzu ve Özlem yanımızda olamasalar da, Berfu doktora başvuruları, yok statement of purpose, yok referans mektupları ile cebelleşip, kendini kaybedip, fazla iştirak edemese de, bu sefer de diyırtavık ruhunu ucundan yakalamayı başardık..
Breh breh dedik, yine erkenden uykuya dalıverdik.

29 Mayıs 2007

Ben bazen böyle miyim ki?

:)
yok, bence değilim.

27 Mayıs 2007

Canına yandığımın erkek-egemen düzeni...

Bu sabah 8'de Gima'nın önündeydim. Sincan'da yine bir çocuk teslimi vardı ve ben de yine ve yeni bir trajediye yelken açmak için "sabahtan penye alma enerjisini nerden buluyor bunca kadın?" dedirtecek kadar işleri gıcır giden seyyar satıcı görünümlü sivil polis olduğunu tahmin ettiğim kişinin arkasında (paranoyak mıyım, neyim) beni alacak kişileri beklemekteydim.
Neyse ki çabucak geldiler ve ön tarafında şeklen son derece hanzo&kro bir muhabbet halinde olan şoför ve avukatın bulunduğu taksinin arka koltuğunda, alacaklı anne ve müstakbel eşinin yanında yerimi aldım.
Hikaye yine içler acısıydı: Kayınvalide ağırlıklı geçimsizlik sonucu eşler ayrılmış, ayrılık esnasında 40 günlük olan Berkcan'ı anne almış, ancak annenin babası "sana bakarım ama çocuğuna bakmam, almayacaksın velayeti" dediğinden, çocuğundan ayrılmak zorunda kalmış, 3 yıl boyunca çocuğunu görebilmek için eski eşi ve kayınvalidesini aramış, telefonlar yüzüne kapanmış, kapılarına gittiğinde "icra ile gelmezsen çocuğu vermeyiz, göstermeyiz" cevabıyla karşılaşmış, icra ile çocuk teslimi sürecine vereceği parayı kazanamadığından ve ailesinden alamadığından, 3 yıl çocuğunu hiç görememiş, nihayet bir sigorta acentesinde işe girmesi ve kendi parasını kazanmaya başlayabilmesiyle ve henüz nişanlandığı müstakbel ve destekleyici eşinin de girişimleriyle Mersin'den Ankara'ya çocuğunu görmek için gelmişti. Velayet babadaydı ve hakkaniyet insanı hakim amca ne amaçla ve ne gerekçeyle olduğu akıl almayacak bir şekilde "anne ile çocuğun her ayın son haftası Pazar günü 10.00-17.00 arasında görüşmesine" diyerek son derece doyurucu(!) ziyaret saatleri düzenlemişti. Yine de Allah razı olsundu, erk ve güç ondaydı, sorgulanabilir miydi, istemese hiç vermeyebilirdi.
Sincan'dan icra memuru Bülent Bey alındı, minicik takside 6 kişi Elvankent'e doğru yola koyuldu. Kapıyı çaldığımızda, önceden tebligat yapılmış olmasına, gelinecek saat belirtilmiş olmasına karşın, atletli bir adam, yaşlıca bir kadın ve ortalıkta çırılçıplak "bıcı bıcı" diye bağıran Berkcan ile birlikte dirençli ve ne hazır ne nazır ev ahalisi kapıda göründü. İçeri salona geçtik. Adam habire pek bir yapmacık "çocuğumun psikolojisi bozulacak, nasıl vereyim şimdi, gelsin 6 yaşında görsün, çocuk alt üst olacak, ben uğraşacam düzeltmek için" diyerek engelleyici tutumlarıyla la havle çektirip, devamlı surette sözümü keserken, banyosunu yapmış Berkcan'ın odaya dalışıyla benim çocuğa yönelişim, babaannenin üstünü giydirirken "çocuğu duvarlara çarpıyordu bıdı bıdı" şeklinde suçlamalarını kesişimle birlikte apar topar çıkılması, babaanneyi anne bilen Berkcan'ın sızlanması, aşağıya birlikte inilmesi, kadının mütemadiyen eski gelinine acayip suçlamalarda bulunması, iki lafından birinin "orospu" olması, tamam siz burada kalın artık deyip, pek bi güzel anlaştığımız Berkcan'ı kucaklayışım, şaşakaldığım bir hızla takside annesinin kucağına verişim, babaannesini arkada gören çocuğun yaygarayı basması, arabada bu kez yine 6 kişi, üstelik bir çocuk üstelik delişmen ve en tizinden bir ağlama sesiyle yola düşüşümüz. Ağlasa mı sevinse mi bilemeyen annenin çocuğunu koklayışı, onun da ağlamaya başlayışı. Zaten sıcak, araba oldu mu tam anlamıyla çingene çadırı!
"Aaa, Berkcan bak park, Berkcan şimdi salıncağa binecek, annesi onu nereye götürecek" diye her türlü şaklabanlığımla çocuğun 2 saniye susuşu ama hemen "salıncağa biimiijeeemmm" diye yaygaraya devam edişi.. Bir yandan gülüyorum, feci sevimli! Çocuk ağladıkça ne yapacağını bilemeyen araba sakinlerine, "ağlasın, alışacak" deyişim, Aliye Rona'dan halliceyim.
AOÇ'ye varışımız, anne, Berkcan ve müstakbel eşi oraya bırakışımız, ardımızda dinmeyen çocuk hıçkırıkları... Sersemleşen kulaklarımla beni Sıhhiye'ye bırakışları.
Yine bitkin, yine yitik eve dönüşüm.
Kadınsan baştan yeniksin. Evlilik kararında senin söz hakkın yok. Kocanı seçemezsin. Boşanmaya karar veremezsin, kırmızı kurdeleyle sarılmış/paketlenmiş beyaz gelinlikle girdin, baban/ağabeyin seni bakire teslim etti, kocan/yeni sahibin seni bakire devraldı, ancak beyaz kefenle o evden çıkabilirsin. Seni göndermeye karar verdilerse, bebeğini ancak, öz baban izin verirse yanına alabilirsin. Zorla bıraktırılınca tartışmasız kötü annesin. Ne oldu denmez sana, anlat denmez, kadınsın, baştan yeniksin. Boşanmaya sen karar veremezsin, seni atmak isterse kocan başından, ailen ancak o zaman sahip çıkar, senin kararınsa boşanmak yaşamla tek başına mücadele edeceksin. Mahkemede bakarlar, gayri ahlaki davranışın var mı diye. Gayri ahlaki davranış ancak kadının yapabilecekleridir. Oysa bunlar erkeğin elinin kiri değil midir? Hem suç erkeğin değil, onun aklını çelen kadındadır. Erkek dediğin netekim topuktan da tahrik olabilir! Boşanınca hemen çalışamazsın. Para kazanamazsın. Ne orospuluğun kalır, ne gözü dışarıdalığın. Yeni düzen kurarsan çocuğunu yanına almayı yeni kocan/sahibin izin verirse aklına getirebilirsin. Ama onun ilk evliliğinden çocuklarına da sen bakacaksın. Hem bakacaksın, hem de "kötü üvey anne" sıfatını en baştan alacaksın. Kadınsan baştan günahkar, baştan sorumlu, baştan yeniksin.

23 Mayıs 2007

Kapadokya'da hafta sonu keyfi..

Geçen hafta sonu... Sürpriz gelen bir haber, her zamanki gibi apar topar yola koyuluş, gerekli şeyler unutuluş.
Yolda olmak, kafayı cama dayamak, hızlı geçen görüntüler, özenle hazırlanmış müzik, bozkırın en yeşil anları, havanın en güzel halleri..
Göreme'ye varış, Flintstones'a yerleşme, candan ev sahipleri, hoş geldiniz kahvesi, mağara-oda buz gibi...
Açık hava müzeleri, teeeey ne zamanın kiliseleri, coğrafya derslerinde "bu ne taş kaya" dediklerin, 2002 Efpsa Kongresi'nde hasta oldukların, bu yıl yeniden hayran kaldıkların..
Avanos'a yeniden gidiş heyecanı, Kızılırmak'ın kirli dibi, Sofra Restoran'ın çömlek peyniri, testi kebabı, delişmen ikramları...
Mustafa Amca sevgiyle bakmakta, muhabbet akabinde açılmakta, "ben sizi çok sevdim yav" diye kulaklar net duymadığından 10 dakika içinde yakınlaşmakta..
Emekli gardiyanın süper anıları, yaşamdan memnuniyeti, sevmek ve sevilmenin dayanılmaz hafifliği...
Mehmet Körükçü ustaya gidiş, atölyeye bayılış, yazın serin, kışın sıcak, yanında iki çocuk, oğullarından biri konservatuara gidecek, vurmalı çalgılara hayat katacak, diğeri daha küçük, büyüyünce ne yapacak, doktorluk-öğretmenlik sıradanlaştı, Oğuz F1 pilotu olacak...
Paşabağı'nda şekillerin üstünde koşmak, en çocuk hallerimizi fotoğraflamak, mağrur deveye laf atmak, ucuza (!) alışveriş kapatmak...
Üç acayip vadiye gidiş, girmeden dondurma sezonunu açış, tepelerden bakış, üçlü vadide yapayalnızız, kocaman dünyada tek bir noktayız..
Kızılçukur'da gün batımıymış, herkes şaraplarını almış, aşk had safhada, görüntümüz "biz ve burada", tepelerden biri bizim, hey yeter artık çekmeyin!
Güneşi batırdık, gidenlerin sandalyelerini kaptık, manzaraya karşı politika keyfi, ilişkide de demokrasi..
Bu kadar sürede bu kadar aktivite, göz kapakları düşmekte, buz gibi odada yorganla bütünleşip uyuma, karın gurultusuyla uyanma..
Göreme geceleri de harika, en güzel restoranda ıspanaklı krep-kırmızı şarap, zaman mefhumu kaybolmakta, son dakka gelince garsonlardan özür dilenmekte...
Ertesi sabah Turkish breakfast, tabak silinip süpürülmekte, güneşin ağırlığıyla yola düşülmekte, Ürgüp insanı büyülemekte..
Dinlenme ve keyfe devam, rüzgar da bize eşlik etmekte, biranın yanında siyasi kargaşa daha heyecanla sürmekte..
Mahzene varış, şarapları çift görüş, koku iyice çarpmakta, bekle bizi Mustafapaşa!
Bir acayip Rum köyü, tarih ve tarz iliklerde, mübadele..
Sinasos imiş eski adı, yeniden gelinecekler listesinin başına iliştirildi tadı...
Oradan Hacıbektaş'a uğrandı, değişik bir hava, değişik bir his, değişik anlayışlar, değişik kabuller burada. En güzeli farklılıklar bir arada..
Bacaklar direniyor, kollar kaşınıyor, geri Ankara yoluna düşüş, gerçek hayata dönüş..

22 Mayıs 2007

bazen

bazen en sevdiklerinin eve dönmesini beklerken, televizyondan duyduğun haberlerle başlayan endişeli bekleyişten daha kötü bir şey yok.
akşam için plan yaparak sabah ayrıldığın sevdiklerinin eve geri dönemeyiş ihtimallerinden,
eve geri dönemeyiş ihtimallerinin nedenini bilememekten,
elin kolun bağlı, ulaşamamaktan,
dünyadaki bilmem ne hesapları sonucu yitirdiklerinden,
daha kötüsü yok.

18 Mayıs 2007

Protokol, bürokrasi ya da her neyse..

Kaç gündür feciiiiii yoğunum, ama keyifli ve egzantrik bir yoğunluk benim için. Cif'ten gelen Maureen, Peter, Frida ve Heidi sosyal hizmet kurumlarını gezedursunlar, ben de onların yanında çevirmen edasıyla füttür füttür fink atıyorum:) Ankara Barosu, çocuk-kadın merkezleri, Kadın Dayanışma Vakfı, ÇEDAM derken, her yerde ağırlanıp, bir sürü güzel bilgiler öğrenip, konuklar da kendi ülkelerindekileri anlatırken, ben de bu değişim programıyla seneye mutlaka bir yerlere gitmek istiyorum, galiba had safhadaki refah düzeyiyle, "ideal" nasıl oluyormuş diye Norveç'i görmeyi arzuluyorum.
Velhasıl, dün de Çocuk Şube'sini ziyaret ettik, emniyetteydik, hani şu Migros-Ankamall yanındaki bina, pasaport süresi denince aklıma gelen ilk görüntü. Çocuk Şube ve Ar-Ge'de görevli amirler, tabii hepsinin değişik değişik rütbeleri var şimdi hatırlayamayıp, çeviri esnasında da küçükleri "police officer", büyükleri "chief inspector" diye şey ettirttiğim ev sahipleri, çok özenle hazırlanmışlar. Yeni öğrendiğim durum şu ki, ne kadar çok hazırlanırlarsa, anlatımlarındaki ve literatürlerindeki ağdalı dil de o kadar baskın oluyor, benim çeviri de o kadar akla ziyan hale gelebiliyor:) Tabii ağdalı olmayanı süpper mi çeviriyorum anlamına gelmesin, ki "masa başı çalışan"ları, "officers working in front of the table" deyip milleti kopartmışlığım var. Neyse ki, İsveçli Frida telaffuzumun anadilimmiş gibi olduğunu söylediği:P, İskoçyalı Maureen de bana bir anne şefkatiyle baktığı için yüzüm kızarmıyor, tam gaz devam ediyorum:) ve tabii Cif'in başkan yardımcısı İrem'in de desteğiyle.. Allaaam bir sevgi kelebeee miyim neyim?
Neyse işte, dün polisler bir güzel hazırlanıp, bir sürü powerpoint sunum yapıp ben de 3 saatin sonunda non-stop konuşmuş olmaktan dolayı artık alev almak üzereyken, polislerin konuklar için hazırladıkları bir takım hediyeler (polis abmlemli anahtarlık, bayrak, kol düğmeleri, kravat iğneleri; bana da verdiler, ordan biliyorum) varmış, onların verilmesine geçildi. Ve ben de, iki hafta önce görevli katıldığım, Avrupa Komisyonu'nun düzenlemiş olduğu Denetimli Serbestlik Sempozyumu'nun sonunda yabancı katılımcılara yapılan benzer muameleyi anımsayıp bir nevi dejavudan dejavuya koşarak, kopmak ve kıkırdamak suretiyle çeviriye devam ettim.
Efenim, olay şu ki, bu Türk'ün ateşle imtihanı misali, "Türk'ün yabancı konukla imtihanı" durumu; fotoğrafçının yerini alması, hediye paketlerinin daha alt düzey bir polis tarafından büro amirine verilmesi, amirin bana "ilk kim gelecek" diye sorması, "who would like to come first?, eki eki", sulu ben, protokol yapıyoruz, bürokrasi yapıyoruz şurada, zamanı mı? Konukların "amanın noluyo" bakışları atmaları, ilk önce Maureen'in gelmesi, Maureen'in elini tutan ve acemi fotoğrafçı kamerayı ayarlayana dek, mütemadiyen elini sıkarak ve objektife doğru gülümseyerek amirimin poz vermesi, Maureen'in ve diğerlerinin kopması, yapacak br şey yok Maureen bekle, amirim hala el sıkmakta, fotoğrafın çekilmesi, sıranın teşekkür ve sevgi sözcüklerine gelmesi, "çok teşekkürler efendim" durup beklenir, ben çevireceğim ya, "çok mutlu olduk", es, "nasıl mutlu olduk bilemezsiniz", es, "sizi ağırlamak şerefti", es, "her zaman iletişimde olalım", es, "Allahım hiç böyle şeref duymamıştım" türünden 55bin cümle sarf edildikten sonra, aynı süreç kişi sayısı kadar tekrarlanır. İyi niyet, samimiyet çok açık, çabaları çok hoş, ama bu Türk usulü uğurlama seanslarımız bitmiyor yalebbim! Küçüklükten tanık olunan/öğrenilen, uğurlanan misafirlerle antrede de bir posta muhabbet edilmesinin ve bir türlü vedalaşılamamasının iş yaşamındaki devamı mıdır bu acep?
Neyse ki, bu öğleden sonra Gazi'nin Çocuk Koruma Merkezi'ne gideceğiz, çocuk cinsel istismarı durumlarında neler yapılıyor, engin bilgiler edinip, Figen Hanım ve Gökçe ile birlikte seremonisiz bir gün geçireceğiz.
İşte bu da böyle bir anımdır.

17 Mayıs 2007

Tikkat Tikkat! Haftanın bilgisi geliyor:


Arap geleneğinde aşık olmak cadılığın gücü altına girmektir. Şarklı aşık "büyülenir", "hayran olur", yani eli kolu bağlanır, gücünü kaybeder. Bir kez daha, karşısındakine sorumluluk duymak, ötekini bir kişi olarak tanımak gereksizdir. Ataerkil iktidarın dili, ikiye bölmekte ısrarlıdır: Taraflardan birinin güçlü olması için ötekiler -ya da öteki- gücünü yitirmelidir.
-Adrianne Rich, Of Woman Born

Bu köşe İstanbul köşesi olsun...

Geçtiğimiz hafta sonu İstanbul'daydım. Çok eğlendim, çok güldüm. Neyse, asıl mesele şu ki, buraya İstanbul seyahatimin detaylarını yazacağım, ama Berfu fotoğrafları gönderdikten sonra. Beeeeeeeeeerf!
Fotoğraflar gelene kadar bu köşeyi böyle saklayıp, sonra editleyeyim bari.

10 Mayıs 2007

Bana her gün bayram...

Pembe renkli hayat dalımın
Solucanları kıpır kıpırdı
İstemiyordum kıpırdamalarını
Kıpırdayıp durmalarını
Olsun ama onlar da şeker yiyebilsinler
Lacivertten mora renk renk şekerler
Otursunlar sonra da
Geciksinler başka yerlere
Laleli bahçelere
Akşam üstü muhabbetlerine
Rüzgarın derinlerine

Gün ağarmış çoktan
Üzeri açılmış sokakların
Nerede işe koşturan insanlar?
Üzerlerindeki ahenk nerede?

Hohoho! Aman da nasıl postmodern akrostiş yaptım yav:)
10 Mayıs'ımızı kutlarım efem.

08 Mayıs 2007

"Psikanalizin yaratıcılığı anlama çabası: Mozart"

adlı, psikoterapi tartışmaları serisinin son halkası için carpe diem'deydim yine bu akşam. Konu psikanaliz, Mozart ve yaratıcılık olunca, konuşmacı Gamze Hanım'ın keyifli anlatımı sonrasındaki etkileşim de pek leziz oldu haliyle.
Velhasıl, en çok aklımda kalanların en popüler olanları:
-yaratıcılık denince sayabildiklerimiz çoğunlukla erkek isimleri; erkeklerin yaratıcılıkları altında yatan motivasyonlar ise, güç, ün ve kadınların aşkıymış..
-Neden kadınlar yaratıcılık, müzik, resim, şiir deyince çok az sayıda? Haklar, özgürlükler, fırsatlar derken, olay ödipal döneme dek indi: efendim kadınlar zaten doğurganlıkları sebebiyle yaratıcılar. Erkeklerin yaratıcılık deyince ön planda olmalarının sebebi, kadınların doğurganlıklarına öykünmeleriymiş.
Okunacak, öğrenilecek ne çok şey var allaaaam yaaa...
Hayırlı işler, bol güneşler dilerim.

TRT'de "layv pööfoomıns"

Bir kaç saat önce TRT Arı Stüdyoları'nda, kaç gündür yanık sesle "datlu dileeeaaahhh, gülerrrr yüzeahhh, doyulur mueahh" diye çığırdığım ancak doğrusu ve usturuplusunun "tatlı dile güler yüze" olduğu türkü programındaydım, ki hayatımda bir ilk olur. Council of International Fellowship adlı, Avrupa'nın pek çeşitli ülkeleri ile Amerika'da değişik sosyal hizmet alanlarında çalışan, sosyal hizmet uzmanları, psikologlar, pedagoglar, zaman zaman da öğretmenler, polisler, sosyal antropologlar gibi meslek insanlarının örgütlendiği ve her yıl Mayıs ayında, bir ülkede 1 ay boyunca konuk edilerek, çeşitli kurumları gezip bilgi aldığı, bu arada bir ailede konaklayarak geldiği ülkenin kültürüne dair izlenim edinip, ayrıca çeşitli kültürel-sosyal aktivitelere katıldığı bir program çerçevesinde, bu yıl da Türkiye'de 4 kişiyi konuk etmekteyiz. Ben de sürece özellikle çevirmen olarak müdahil olmuş vaziyetteyim üç yıldır. "Kalçırıl ektiviti" diye kendimizi yerken, ticaret mahkemesi hakimi Sedat Bey'in zaman zaman "trt'den davetiyem var" dediği, bizim ise burun kıvırdığımız olay imdadımıza yetişti. Yıldız Hanım, ben ve davetiyede "ceket-kravat zorunludur" yazması doğrultusunda işe kot-tişörtle gidip, akşam eğlenmeye ceket-kravatla gelmek acayipliğini yaşayan Umut, konuklarımız Maureen, Frida ve Heidi'yi bu akşam programa götürdük. Akşamüstü Batıkent'te kaldığı ailenin yanına dönmeye çalışan Peter o civarda kaybolup, evi çok zor bulup, çok yorulduğundan aramıza katılamadı ne yazık ki... Velhasıl 21.30'da başlayan, ilginç sunucuya rağmen pek çoşkulu/tadında olan programda hem onlar hem de biz çok eğlendik. Çok değişik, çok hoş oldu. Program öncesi ve sonrası, az da olsa esnasında da bilgilendirme yapıp, kalçırıl ektiviti'nin dibine vurduk, "ham çökelek" mi tam adı bilmiyorum ama o oynak türkünün hikayesini/daha doğrusu sözlerini bile çevirmeye çabaladık:)
Türkü dinlemeyi seven bir şahsiyet olmama rağmen, annemin kaçırmadığı trt müzik programlarından çok sıkılırdım. Meğer içimdeki oynak ve şirret(!) ruh şu yaşımda ortaya çıkacakmış.. Çok sıkılacağımı ummaktayken, artık son noktada Umut'un bana dönüp, "şurada kalkıp oynasak mı" deyişiyle de iyice kendimi dağıttım.
Pazartesileri sıkılırsak TRT'ye gideceğiz biz, sizleri de aramızda görmek isteriz.

06 Mayıs 2007

Serbest Çağrışım

Uyumam gerek.. Sabah KPDS'ye gireceğim maalesef. Maalesef diyorum çünkü artık KPDS, LES ve türevlerine nadiren ve zorunluluktan da olsa girmekten çok sıkıldım. Ay dudint di dört. Saydım dört olmuş hakkaten. Dördüncü girişimmiş bu abuk İngilizce sınavına, maaşım üç kuruş artsın diye ne hallere düştüm Cemil! Cemilciim bakan da olsa tam etkisi olmayabilir maaş konusunda, günahını almayayım garibanın. Neyse, maaş deyince iş geldi aklıma. Bu gün çalışmak-gözetmek adlı ancak tıkınmak-gezmek içerikli bir 6 saat geçirdim. Havayı fırsat bilen ailenin piknik yapma kararı doğrultusunda Mogan'a gittik. Amanın oralar ne olmuş öyle! Ortam aynen aşağıdaki gibiydi:
Velhasıl 2007 sezonunun ilk pikniğini yaptım. Piknik yapmayı bugün iyice sevdim. Çünkü gözetim görevlisi olunca hiç bir işe yardım ettirmiyorlar haliyle. Öyle malak gibi durdum ve yedim. Düzenli bir piknik alanı yapmışlar. Teknik detaylarını bilemem ama ben sevdim. Her tipten insan, her tipten telaş, her tipten yemek hazırlama modelleri... Tabii öyle gözlemden gözleme koşarken aklıma 2005 yaz mevsimimizi meşgul eden, Mine G. Kırıkkanat'ın nefret/iğrenme dolu yazısı geldi. Sonra da bu yazıya en sağlam ayarı veren Yıldırım Türker'in yazısı.. Ben bunları düşünürken piknik esnasında, gaflet hallerindeymişim meğer, ah nerden bilirmişim? Zaten kedili aynamı da unutmuşum evde, tipimi tabii ki göremezmişim! Meğer piknik öncesinde, çocuklar oyun oynarlar ve ben de göle nazır oturup hafif esinti eşliğinde "len ne güzel hava" diye gönül adamlığı yaparken, amele modeli yanmışım, böyle harita gibi! Hakan dayım küçükken bir süre, "amele rıfkı" demişti bana. 5. sınıftayken anneannemlerin eve eklenmeye çalışılan bir odanın yapımı esnasında tuğla taşıma vs. türünden işlere el atmıştım. Çünkü ben her işe el atabilen/başarabilen bir çocuk olmalıydım. Komik olmamasına rağmen, Hakan dayım hala söyler, hala güleriz. Hakan dayım demişken, yine msn'den beni benden alan çok özel bir foto gönderdi bugün:

Annemin anneannesi ve dedesi. Fatma Hanım ve Salih Bey.. 1970'lerin başında çekilmiş bu fotoğraf. Parkinson türü bir rahatsızlıktan muzdarip Salih dedemiz tedavi için Ankara'ya getirildiğinde, bir adet de fotoğraf çektirilmiş. Neyse ki çektirilmiş. Anı hepsi. Salih dede 1974'te, Fatma nine (yav nine mi demeli? ebe diyoruz gerçi, ne güzel ki hala yaşayan, annemin babaannesi Selver Ebe'ye) 1995'te vefat etmişler. Ölmüşler diyemiyorum yakınlarımdan bahsederken, çok kaba, çok zor geliyor "ölmüş" demek. Bu da bir direnç aslında psycho the rapist'lik yaşamımda.. Halledilmesi gerekenler listesinde üst sıralarda.
Bugün fark ettiğim esas mesele ise şu oldu: Şu an kıpkırmızı durumda olan alnım, burnum ve zaten hayli geniş ve tombul yanaklarımın burun hizasından alt kısmı ve çenemi, hem malak gibi göl-güneş bileşeninde iki saat oturmaya, hem de aman ne kadar da kocaman, ne kadar da 70'li diye bayılarak aldığım kocaman güneş gözlüklerime borçluyum. Niye güneş gözlüklerim kocaman? Çünkü enine-boyuna yüzlü bir şahsiyetim. Bu meseleye ergenlikten beri kafa yormaktaydım. Ulen ben kime çekmişim de, böyle normal standartları epey zorlayan yüz ölçülerim var diye? Bugün gelen fotoğrafla durum netleşmiş bulunmaktadır:)
1. Salih dedeciğim, seni saygıyla ve hürmetle anıyorum.
2. Özgüvenime hayranım. Kendime hastayım.
3. Artık uyumalıyım.

01 Mayıs 2007

Saat dört buçuk. Kalkıyorum.

Bir süre sonra kent yaşamı başlayacak. Tüm işyerleri çalışan insanlarla dolacak. Sürekli çalışan fabrikalarda işçiler vardiya değiştirecek. İstasyonlarda trenler duracak. Trenler kalkacak. Gökyüzünde uçan uçaklar, dünyanın belli havaalanlarına doğru göklerde yol alacak. Gemilere arabalar, eşyalar yüklenecek, insanlar binecek. Uykusuz gece geçirenler yorgun kalkacak. Uzun uyuyanlar da yorgun kalkacak. Kimi mutlu, kimi acılı, kimi sevgi ile geçirdiği gecenin sabahında uyanacak. Kimi öfke ile. Kimi kendine güne nasıl başlayacağını soracak. Kimi bir intiharı düşünecek. Kimi özlem duyduğu bir kenti. Özlem duyduğu bir insanı. Kimi bugün beklenmedik bir ölümü ölecek. Kimi yalnız dağlar ve tarlalar ile tanıdığı dünyasına bakacak. Kimi tanrısına yakaracak. Kimi bir silahla birisini öldürecek. Kimi birilerini öldürmek için bir yere bomba atacak. Bombalı pankart asacak. Kimi ölümle yargılanacak. Kimi barış konferanslarına katılmak üzere uzak ülkelere kısa bir yolculuğa çıkacak. Bütün ülkelerin orduları savaş talimi yapacak. Gazeteler basılmıştır. Radyolar sabah programlarına başlayacak. Akdeniz'de balıkçılar ağlarını çoktan sulardan çekmiştir. Akdeniz'de kadınlar kapılarının önlerini çoktan süpürmüş, sulamıştır. Kamyonlar, arabalar yollardadır. Buzhanelerde bugün gömülmeyi bekleyen cesetler vardır. Sonsuz dünyanın sonsuz yazlarından bir sabah.
Yaşamın Ucuna Yolculuk, Tezer Özlü
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...