30 Kasım 2008

İyi ki doğdum!

İyi ki doğdum, la la la la!
Gördün mü 28 oldum!
Özgürüm kanatlandım, durmadım ayaklandım
Koşup ilerliyorum
İyi ki doğdum, ne güzel bir kadın oldum
Erkekler hep peşimde ama aklım işimde
Sınırı zorluyorum
Kalamam hayatın köşesinde
O zaman neşesi neresinde
Koysalar önüme bariyer de
Çocuk da yaparım kariyer de
diyerek, aslında 14 Kasım olan doğumgünümü, dün Memus'unkini kutlayınca buraya yazmayı akıl ettiğimi belirteyim. Bir yaş daha büyüdüm (not: 35'ten sonra yaşlanmaya başlayacağım). Yine sevdiklerim bana güzel sürprizler yaptılar. Çok güzel hediyeler, çok güzel mesajlar aldım, hatırlandım. 14 Kasım Cuma günü, öğlene doğru, mesleğe yeni başladığım zamanlarda (şimdi yılların terapistiyim ya!) çok önemli bir dosya için verdiğim görüş nedeniyle, rahat nefes alabilen çok güzel bir bir kadından gelen çok güzel bir çiçek kapımı çaldı. 28. yaşımın ilk hediyesi bir çiçek oldu derken, zor bela yetiştiğim grup terapisi dersinin ortasında, sınıf arkadaşlarım mumlar ve pastalar eşliğinde iyi ki doğdun diye bir sürpriz yapmasınlar mı? Mest oldum, zira öyle bir hengame içindeydik ki, kimsenin aklına geleceğini sanmıyordum:) Ece'ninki de iki gün sonra olduğundan, mumları birlikte üfledik.. Tabii bu süreçte, ailemden ve diyırtavıklarımdan telefonlar aldım, yine çok mutlu oldum, biraz da hüzünlendim. Biz hep doğumgünlerimizi beraber kutlardık, "80 yaşında da birlikte olalım" diye kadeh kaldırırdık:( Şimdi ikisi istanbul'da, biri Hollanda'da, biri Finlandiya'da. Bir ben kaldım Ankara'da. Neyse, napalım, gönüller bir. Umut, akşam için bir yerde yemek yiyeceğimizi ve arkadaşlarla toplanacağımızı söylüyordu, öyle de oldu:) Lakin müstakbel kocamın, benim hiiiiç sevmediğimi bile bile, Bahçeli 7. cadde'deki concon bir yerde yer ayarlamış olmasını bıt bıt dilime dolayıp, arada "ay ben de hiç sevmem buraları" dememe ve etraftakilerin dediğine göre kabalık etmeme karşın (halbüüüse çok kibarımdır, ayılıkla yakından uzaktan alakam yoktur), aldığı müthiş saat nedeniyle kendisini affettim, hehe. Görümceden bir adet kolye, enişteden bir adet fantastik çorap, elti&kocası (kayınbirader mi olur?)ndan bir adet İskambil Kağıtlarının Esrarı ve cimcoz kardeşten bir adet Kinder Süpriz çikilota hediyeleriyle iyicene coştum. İş arkadaşlarım, canlarım Yıldız hanım, Nevin hanım ve Filiz'le ise, Yıldız hanımların odasındaki geleneksel doğumgünü kutlamalarımızın Rabia ayağını, yeni gelin Filiz'in İstanbul'da olmasından mütevellit yapamamış olduğumuzdan, doğumgünümden yaklaşık 1 hafta sonra Su'dem'de kutlamaya karar verdik. Ama tabii ki benim ne manyağı olduğumu bilen dostlarım, bir adet Zara elbisesi ve bir adet Ayşe abla kolyesini önüme serivermişler ve beni derinden mest etmişlerdi bilene. Su'dem faslı ise ayrı güzel oldu. Çok seviyorum onları. Günler geçti, doğum günü kutlamalarım ve hediyelerim bitmek bilmedi: Fatma'nın tahta takvimi, birlikte çalıştığım hakim hanımın sarmısak şeklindeki magneti, henüz alamadığım, Gökçe'nin saksı çiçeği derken, benim doğum günü bu yıl, kutlu doğum haftasına dönüştü. Birine "iyi ki varsın" demenin en güzel yolu doğumgününü anımsamaktır. Doğumgünümü anımsayan herkese, birebir kutlama şansı bulduklarıma, uzaklardan arayanlara, telefonuma- feysbuk wall'uma mesaj gönderenlere, "ben sizlerle varım canlarım, ablanız kurban olsun size!" diye sulu şekilde selam ederim.
Öperim.
Edit: Büyükbabam, 5 yıl doldu bugün. Seni çok özlüyorum.

12 Kasım 2008

Görüp, duyup, bilerek..

Polonya'da trafik kazalarını önlemek için başlatılan kampanya kapsamında tüm kanallarda bu kısa film gösterilmekteymiş:



Çok acı verici tüm bu sahneler.. O kadar bizden, o kadar tanıdık hayatlar kimi zaman anlık hatalar, kimi zaman "bana bir şey olmaz"lara eşlik eden göz göre göre yapılan ihmallerle sönüveriyor. Dün gece Nuri Bilge'nin Üç Maymun'unu izlemiş de gelmiştim, eve dönüşte bunu buldum inbox'ta. Bütün bir dram, bir trafik kazasıyla başlayabilir.

11 Kasım 2008

Filizeyyyy!

biz dört kişiydik;
Filizey, Yıldız, ben ve Nevin
dört ağız, dört yürek, dört yeminli fişek
adımız bela diye yazılmıştı dağlara taşlara

el tetikte kulak kirişte
ve sırtımız toprağa emanet
acısıyla ovarak üşüyen ellerimizi
yıldız yorgan altında birbirimize sarılırdık
deniz çok uzaktaydı
ve dokunuyordu yalnızlık
gece uçurum boylarında
uzak çakal sesleri
yüzümüze, ekmeğimize
türkümüze çarpar geçerdi

göğsüne kekik sürerdi filizey
tüterdi buram buram
her bir şeyine karışırdık
kardeştik arkadaştan öte

belki bir nikah salonunda yitirdik filizey'i
ateşböcekleriyle bir oldu kırpışarak tükendi
bir narin kelebek gülüşü bırakıp tam ortamıza
kurşun gibi, mayın gibi tutuşarak uçuverdi

oy filizey vahşi bayırların maralı
filizey saçları fırtınayla taralı

sen de gider miydin böyle yıldızlar ülkesine
oy filizey oy esprisi karalı

filizey serin yayla çiçeği
filizey deli dolu heyecan
göğsümüzde bir anlayış kelebeği
filizey ah filizey

artık yenilmiş ordular kadar
eziktik, sahipsizdik
geçip gittik, topuklu ayakkabı ve kırmızı ruj paramparça

gerisi veda duygusu, gerisi sağır sessizlik
geçip gittik, filizey boşluğu aramızda

filizey'i bir yamaçta harnesinden savurdular
yarıp çıkmışken nice büyük ablukaları
omuzdan kayan askı ipleri gibi usulca
titredi ve iki yana süzüldü bacakları.
uçmak bir ısırgan otu gibi sarmıştı her yanını
devrilmiş bir kanattı ayışığında gölgesi
uzanıp bir damla öpücük ile dokunduk yanaklarına
göğsümüzü çatlatırken "tebrikler"in tükenmiş sesi

sanki bir şakaydı bu, birazdan evlenecekti
birazdan nikah memuruna evet! diyecekti
serdar çoktan sadıktı evet'ine ah
o da filizey gibi, kalbi pırpırdı

ey filizey; katran gecelerin heyulası
ey filizey; kancık pusuların belası
sen de böyle evleniverecek kadın mıydın konuşsana
ey filizey ey apartımanı kartal yuvası

filizey mor dağların kaçağı
filizey kara gözleri şahan
zulamda suskun gece bıçağı
filizey ah filizey

biz dört kişiydik
dört dedikodu çiçeği
Filizey, Yıldız, ben ve Nevin

Hamiş 1: Bloğum bir evlilik bloğu (nasıl olcekse bu?) olma yolunda hızla ilerlerken, 08.11.2008'de zaten içinde yaşadığı dünyaevine bi daha giren kuzucuğum Filiz'ime bir evlilik şiiri ithaf etmemek olmazdı. Taslak Yusuf Hayaloğlu'ndan, zihnimdeki ses Ahmet Kaya'nın, son şeklini ben verdim!
Hamiş 2: Filizim, karabiber gözlüm.. Bir ömür mutluluk!

03 Kasım 2008

Yengelik makamındayım

Kahkahası 200 m. öteden çınlayan, rüzgarı parfüme dolanmış, geleneksel organizasyonların başrol oyuncusu, çevresindekilerin hayatına müdahale etme konusunda sık sık kantarın topuzunu kaçıran, kocaman memeleri-iri kalçaları olan, zaman zaman ifrit olunsa da çok sevilen ve onsuz olunmayan demek "yenge", benim için.. Bugüne değin hep başkalarıydı yengeler, ay bir de ne göriyim? Meğer ben "yenge" oluvermişim!
Detaylara girmeyeceğim: Ezgi&İbrahim Balıkesir-Bilecik düğün seremonileri serisinde:) her şey çok güzeldi, çok özenliydi, çok eğlenceliydi. Ezgim ve ben fotoğrafta 80'lerin Blanche ve Rose'u gibi dursak da, çıktığımızda makyajımız ciğer yemiş kedi, kafamız da sosis tabağı görünümünden son derece uzaktı. Hatta ayıptır söylemesi, gayet daş gibi olmuş idik, öhöm.
Öhöm diyorum ama a dostlar, yengeyim diye başıma gelmedik iş kalmadı ayol Bilecik'te. Balıkesir'de kendi evimde ve kendi ailemle gibiydim, gibisi fazla, öyleydim: rahat ve huzurlu, sakin, dingin.. Bilecik'te ise Alice Harikalar Diyarı'ndan halliceydik. Şaka bir yana, el üstünde tutulduk, pek değerliydik ve herkes çok sıcaktı. Lakin akşam yemekler yenip de, kadınlar ki çoğunlukla da bembeyaz yemenileriyle teyzeler, yan dairede yere çömeliverip hazır hale gelince, oğlan kınasının kadınlarca kutlanması süreci de başlamış oldu. Kız tarafından bir ben bir de Didem, e bi de allaan emri Ezgi, her havaya girip döktüren damat İbrahim paşa, teyzelerin ortasında evrildik, büvrüldük! Resmiyet kazanmamış yengeliğimle, ne damadın cim parmağına kına yakmadığım kaldı, ne laptoptan mezdeke ve yenikentli serhat müziklerine tıklamadığım, ne de "aman güzel olduğu kadar becerikli de" gibi gaza getirici sözlere en şirin halimle gülümseyip "ay teyzeciğim" demediğim! Bu arada hayatım boyunca kıvırtmadığım kadar da döktürdüm, yandan yandan.. Teyzenin biri de tepsi çaldı, hüzünlü bir türkü söyledi, tam olduk. Şoray Uzun Yolda misaliydik.
Kına sonrası, Bileciklilerin bir adeti varmış. Gecenin 2'sinde darbukayı eline alıp köyün tüm kapılarını çalıyorsun, herkesten birer tavuk alıyorsun, onları canlı canlı kaynar su kazanına atıyorsun ve tam pişmeden kanlı kanlı yiyorsun, hehe! Sonra da tüfekle havaya ateş açılıyormuş, kutlama yapılıyormuş. Karşımda bunu sevimli sevimli anlatan İbrahim'in büyük dayısının bir maganda olduğunu elbette düşünmedim ama "len çocukların oynadığı top şaşmaz muhakkak kafama gelr, kesin başımdan yaralanırım len ben" diye tırsmadım desem yalan olur. Velhasılı kelam, satıcı erkekler yüzünden plan yarım kaldı, adet yerini bulamadı, fakat superwoman Maksude teyzem gecenin bir yarısı nerden çıktığını anlamadığım enfes leziz tavuklar koydu önümüze de, yine yeniden yidik, içtik.
Bol düğün, bol oyun, bol kahkaha, bol süs, bol püs derken, hatırdan çıkmayacak, tatlı bir yorgunlukla sona eren müthiş bir ezgibrahim faslını da tamamlamış bulunduk.
Rabiyengeniz siz dans ederken, bol inişli çıkışlı (nam-ı diğer "hayat dolu") bir evlilik diler, yanaklardan parfüm aromalı derin bir sevgiyle öper.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...