r kalp u etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
r kalp u etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Temmuz 2009

Evlendik biz!

Hatta bugün 1. ay dönümümüz! 21 Haziran 2009 günü, saat 15.00 civarı, büyüdüğümüz şehirde, yani Eskişehir'de, Çınaraltı'nda, ailelerimiz, akrabalarımız, arkadaşlarımız, yani tüm sevdiklerimiz bizim için oradayken, sevgilimle birbirimize "dostum, var mısın bir ömür?" diye sorduk. Hayal ettiğimiz gibi bir seremoniyle cevabımızı kutladık. Annemin büyükbabamdan miras "düğün iki kişiye, ne var deli komşuya?" sözünü bir süre belleğimizden silmemiz neticesinde, cümbür cemaat kuaför seanslarına, geleneksel Ayaş kına gecesine, fotoğraf çekimlerine, gelin çıkarma zımbırtısına, bol batıl adete, yani pür telaşeye gark olduk. Hızımızı alamadık, işin en kıyak kısmına geçtik, balayı diye diye İtalya'nın altını üstüne getirdik! Eve döndük, niye dinlenemedik? derken, ne maceralar atlattık, tam yumoş bir çift olduk, bu sırada iki de kuzen evlendirdik. Sözün özü, denizde kum, bende bloga yazılacaklar listesi. Bir süre geriye saracağım. Yıllar sonra döndüğümde, ilk günkü heyecanla orada dursunlar istiyorum.

29 Mart 2009

Dün, Bahar ve Aşk

Okul ve iş temposu, aslında buraya çok sık düşmek istediğim evlilik hazırlıkları notlarım konusunda pek engelleyici oluyor sevgili takipçilerim. Şu aralar hayatımda o kadar çok şey, o kadar hızlı, o kadar umulmadık ve o kadar accayip bir biçimde ilerlemekte ki, ben sıklıkla "dizimi kırıverem, bloğuma yazıverem" diyorum, ancak yazamadan bambaşka bir şey bambaşka bir süperlikte karşıma çıkıveriyor, onu yazamadan bir başkası geliyor.. Velhasıl 2009 yılının ilk ayları benim için feci hızlı geçiyor.
Esas hikaye Umut'un sahibinden.com'dan ormanın dibinde muhteşem bir ev bulmasıyla başladı. Diyorum bu adam şanslı diye.. E, benim gibi bir kadınla evleniyor olmak boru değil azizim:P, şans bulmazsa bilmemne bulur adamı (bilmemne kısmı hayalgücünüze göre tamamlanabilir). Neyse, biz eve pür neşe gittik baktık, haliyle bayıldık, banyonun kuş kadar olması, çamaşır makinesini mutfağa koymak durumunda kalacak olmam, evin giriş kat olması bile vız geldi bize.. Ama tabii, anneler ortaya o kadar çok endişe koydular ki, özellikle de "ilk katta ev ısınmaz, donarsınız" konusunda, biz de hem onları hem kendimizi ikna etmek için, Kızılay'da günlük güneşlik, Or-An'da kar-tipi olan bir gün, sitedeki tüm birinci katların kapılarını çalıp "ısınıyor musunuz?" sorusunu yönelttik. Aldığımız cevaplar doyurucu olunca da, tutuverdik evi. Oh mis! Hemen sonrasında merdivenleri elden geçirdik, temizledik derken, Umut eve taşındı ve ben bu ortak kurumun cinsiyeti hapsedilmiş kısmı olarak henüz evcağızıma taşınamadım (bkz. geleneksel değerlere karşı koyamayan kız kısmısı; aile eşrafında bomba etkisi yaratmak istemeyen düşünceli hatun diye de reframe edebiliriz). Küçükesat'taki evle iki arada bir derede kalmaya/takılmaya devam.
Evi tutmadan evvel, dayanamayıp bir kısım koltuğumuzu almış idik zaten. Evi tuttuktan sonra da el atılması gereken eşya vs. işleri sürecinde, o kadar cok Bilkent'teki Tepe'ye, Panora'daki Mudo'ya ve Siteler'de dayımın "gelin bakın sizi nereye götürüyorum?" dediği izbe yerlere gittik ki, gittiğimiz yerlerdeki satış görevlileriyle ahbap olduk, adeta yoklama verdik, kıl ettik kılçık ettik hepsini. Yok berjerlerin kumaşı kırmızı pötikareli olacak, yok yatak odasının gardrobu zart kapılı, yemek masasının ayağı zurt çivili derken, ve bizim müstakbel ev çingen evi olma yolunda hızla ilerlerken, dayı desteği, dekorasyon siteleri ve Umut&Rabia ikilisinin hayalgüçlerinin de etkisiyle bişiylere benzetmeye başladık ortalığı. Salonun ortasında kocaman ve tam istediğim tonda kıpkırmızı bir kütüphane duruyor ki, hastasıyım.
Naci dayım bizi möhüm yüklerden kurtardı. Hayalimizdeki şekli tarif ettik, gitti buldu, en ham haliyle ortaya koydu. Hayalimizdeki rengi tarif ettik, en cillop ustaya boyattı. En süpper dayı unvanına mazhar oldu.. Halledilmesi gereken bir yığın iş var daha elimizde, ufaktan girişiyoruz tek tek, keyif keyif..
Tabii bu arada, "her genç kızın ruyyyası" diye vikviklenen gelinlik işine de "hadi len artık, uyuz musun?" dürtülmeleri neticesinde adım atmış bulunuyorum ki, o bambaşka bir blog yazısı konusu.. Ne de olsa kıl tüy bi iş azizim. 3 saat giyeceğin zımbırtıya 300 kilo enerji harcıyorsun. Enerjiyi harcayalım, konuyu bu post'da harcamayalım.
Bekleyelim, görelim daha. Yazar neler eylemiş?

16 Şubat 2009

Bugün 16 Şubat

İyi ki doğmuş,
Tam bu şekil bir adam olmuşsun
İyi ki tanımışım seni
İyi ki varsın
İyi ki benimsin
İyi ki sevgilimsin
İyi ki bi daha benden kaçışın yok
Severim seni pek çok
Al şu papatyaları bir kok
Yimeğini yidirdim karnın tok
Altın kuru sırtın pek
Her anımız renk renk
Ben senin çilek
Sen benim böcek
Durdursun biri beni hemen
Aşk şiiri kaçıyo elden.
Rabia Aliye Hanımefendi

25 Ocak 2009

Evleniyor muyum, ne?

Ay amanın aşık oluyorum galiba, dur daha değil, oldum bile, çok sürprizli bi adam bu yahu, yok yok sürpriz değil bu başka bişiy, şuraya gidelim, buralarda gezelim, oraları görelim, huysuzluk yapalım, her şey içimize işlesin, seni çok seviyorum, benimle evlenir misin, nişanlandık yani şimdi, derken... evleniyoruz artık.. 21 Haziran 2009, Pazar günü, yılın en uzun gününde, Eskişehir'de minik bir bahçede, çimin çayırın üstünde, güneşin tanıklığında, sevdiklerimiz yanımızdayken, evleniyor olacağız.. Önümüzdeki yaklaşık 5 ay, bir yığın iş, keyifle yapılmak üzere bizi bekliyor. Her ana temas edip, kah gülüp, kah huysuzluk yaparak, çok arabesk olacak ama, arada hayatı cehenneme çevirip, arada birbirimiz için ölerek (yaptık, ordan biliyorum), yaşamlarımızın geri kalanını birlikte geçirmek üzere, kolları sıvamış bulunuyoruz.
Fotoğrafa gelirsek; ayaklarımız toprağa sağlam basılı, başımız gökte, aynı yöne bakıp, aynı amaca odaklanarak.. hahhayt! Çok eğleneceğiz sevgilimle.
Bizimle olun.

19 Temmuz 2008

Aman bre deryalar, biz nişanlıyız!

Ah, her şey bir ruyya gibi başlamıştı kuzum. Öyle de devam ediyor: Biz esaslar, nihayet geçen Pazar, yani 13 Temmuz 2008, saat 15.00 sıralarında nişanlandık, fotoğraftaki gibi pek şen, pek mutluyduk. Nişanın öncesi de, esnası da, sonrası da çok güzeldi! Çok güzel hatırlayacağım zamanlar geçirdim.. E, gelelim şimdi işin detaylarına:
Anne-babaların tanışması ardından, kız tarafının telaşesi zati hemen başlamıştı. Annemle babam günlerce, uzak yoldan gelecekler, yemek mi ikram edilse, pasta-börek mi, menüde neler neler yer alsa, kim hangi saatte nereden alınsa nereye bırakılsa, Ayaş'tan gelecek misafirler şu saatte burda olsalar, kaça kadar yemek yenir içilir, oğlan tarafına hazır ve nazır hale gelinir, kaç gibi çıkılsa makul saatlerde evde olunur, oturma odasındaki kanepeyi salona alsak, divanı mutfaktan çıkarsak, evi nasıl genişletebiliriz? içerikli pek çok konuşma, görüşme ve derin düşünme süreçlerinden geçmişlerdi. Zaman içinde en pratik yollar keşfedildi. Ne de olsa ilk kızları evden uçuyordu, rabiakuşu'ndan sonrakilerde daha deneyimli olmuş olacaklardı netekim..
Ben Perşembe akşamı Eskişehir'e geldim, Cuma sabahtan annemin komşuları, arkadaşları toplaşıp sarma sararlarken, ben de salona yayılıp, hakime teslim edilmesi gerektiğini son dakka farkettiğimiz bir raporu 4 saatte zor bela tamamlayabilip, pedagoga e-mailledim. İçeriden gelen kahkahaları da hiç kıskanmadım, işim bitse, kafam kadar sarma sarabildiğimden, cıss ikazıyla, yaprakları ayırmak için tepsinin başına oturtulacağımdan, parmaklarımın buruş buruş olacağından emindim. Zati, ben raporu bitirdiğimde de onların işi bitmişti, ay ne tesadüf, hehe, annem duymaya yakar valla beni:)) Annem çok uzun zamandır denk gelip yiyemediğim, Malatyalı komşu dostlarından öğrendiği, tirit yapmış, kapış kapış yedik hep beraber. O da çok güzeldi. Akşam yatmadan önce de, ben yaparım diye atladığım un kurabiyesi işine daldım. Ve fakat millet, o margarini iyicene bi eritmeden unu koymamak gerektiğini deneye yanıla öğrendiğimden, sabah uyandığımda bileklerim ağrıyordu yeminle. Ne zormuş ayol hamarat olmak!
Cumartesi sabahı, ki o gün börekler açılacak, zeytinyağlı sarmalar sarılacak, pasta-börek işi Pazar telaşesine bırakılmayacaktı, annemle-babamın telaşeli sesleriyle uyandık: fırın bozulmuştu! Hah! dedk, tam sırası! Ancak Polyanna Sebahat ile Ömer ikilisi işi, "ay iyi ki bozuldu fırın, bak günaydın fırın'da pişirtiriz, kivir kivir olur tüm börekler, oh lime lime!" noktasına getirince, şenlik halinde kahvaltımızı yaptık. Kahvaltı sonrasında da ben, gelin kız olarak, Kleopatra misali bir takım bakım işlerine giriştim. Gelin kız olmak da ne süper şeymiş ayol! Hiç bi işe bulaşmıyosun, hep kendinle hep kendinle ilgileniyosun! O esnada mutfak ekibi yine bir araya gelmişti: Kezban teyze, Figen abla ve Zülüş sarmalarla uğraşırken, Dilek abla haşhaşlı-mercimekli böreğe hayat vermekte, annem tezgahta kıymalılarla uğraşmaktaydı. Babam da salonda oturup, tepsiler doldukça, onları fırına taşımaktaydı. İmece usulü.
Saat 3'e gelirken, Damat Umut Paşa gelip beni aldı ve biz otogara kuzucum Arzucuğumu karşılamaya doğru yola çıktık. Baktık daha otobüsün gelmesine vakit var, dereyi görmeden paçaları sıvayalım dedik ve Odunpazarı Belediyesi'nin Nikah Salonu'na bakmaya gittik. Kurşunlu Külliyesi'nin bir parçası olan ve Ortaçağ Dönemi'nden kalmışa benzeyen bu taş bina, ikimizi de büyülemişti, ordaki görevliden bilgi aldık, daha tadil edileceğini öğrendik "umarız mahv-ı perişan etmezler" diyerek ve "ay daha nerde nasıl evleneceğimiz belli değil" diye söylenerek, koşturup otogara gittik. Arzu'yu karşımızda görmek çok güzeldi. Eskişehir'e ilk kez gelme şerefine nail olmuş olan yavrımı kaptığımız gibi aç bilaç eve koştuk. Tam bir şeyler atıştırıyorduk ki, Mehmet ve Naci dayımlar, yengemler ve mini kuzenler teşrif ettiler. İşte o zaman çoktan 10 kişiyi aşmıştık ve evde hareket edecek pek bir yer kalmamıştı: biz ertesi güne beklediğimiz 50 civarı kişiyi kuş kadar evimizde nasıl ağırlayacaktık acep?
Bir miktar hoş beşten sonra, sosyalleşme insanı Umut, yengeme "yengecim", Naci dayıma "dayıcım" gibi hitap ve aşırı sıcak yaklaşımlarıyla, 10 puanları toplamaya başlamıştı, seni gidi seni. Sonra da Ankara'da bir cd'ye "oynıycaz alah oynıycaz" nidalarıyla attığı oyun havalarını benim laptop'a atmak için içeri odaya dalmıştık ki, Naci dayım, kapkara teni, bağrı açık gömleği ve ego dertsiz halleriyle aramıza dalıp, "yenikentli nadir", "peçenekli süleyman", "sincanlı serhat" gibi nadide bir takım isimleri lteratürümüze sokarak, bizi gülmekten heder etti. Hemen e-mule'den bu amcaların "piçipiçipiçieyyyhh"li müzikleri indirildi, "nişan" dısyasının içinde yerlerini aldılar :)
Umut'un yengemden aldığı "Ankara havalarında nasıl ayak hareketi yapılır?" eğitimi sonrasında bu kez Aslıtavığımı almak için otogara koşturduk. Aslıcım, havuç kafasıyla indiği otobüsten sonra, benim epey bir çulumu çırpmasının ardından, eve gitmeden direkt kendimizi Eskişehir'in gece hayatına vurduk. Abartmayayım, bi miktar Doktorlar ve Suboyu yapı, sonra Kirpi'de oturup bişiler içtik.
Gece eve döndüğümüzde, annemler ve misafirler muhabbetin gözüne vurmaktaydılar. Biz de önce bi miktar mercümekli börek, bi miktar sarma mideye indirip, biraz feysbukta ekirdeyip kikirdedikten sonra, "yarın erken kalkılacak, o yüzden şu dakka uyunacak" mottosunu benimseyip, yataklarımıza gömüldük. Ama tabii öncesinde, Zülüş'ün de tüm anlarını kameraya kaydettiği üzere, psikoloji camiasının dedikosunu yaptık: aaaaa, neeeee sesleriyle pek güldük, eğlendik, sanırım 1 gibi anca sızdık.
Ve evet nişan günü, tataaaam 13 Temmuz 2008-Pazar günü; annem tarafından "teyzenler Sivrihisar'ı geçmişler!" uyarısıyla gözleri bölertmeye çalışıyorduk ki, "Mustafa eniştenler de Gordion'u geçmişler!"le zıpladık:) Sonra cümbür cemaat bir kahvaltı, bol kahkaha, bende hafiften başlayan heyecan, oje sürme faslı, bu arada teyzem, anneannem, büyükbabam, eniştem ve kuziciğimin gelişi, ardından eniştemler, aaa karşımda Aysun ablacım, ne sürpriz, ne sürpriz:)
Önceden randevulaştığım kuaföre gitmeden önce, yüzüklere 50 metre kurdele bağlayıp zımbırtı tepsisini hazırladık. Yüzükleri bi evirdik, bi çevirdik, tamam didik: aşağıda "heeee" diyorum sanırım:
Kuaför faslı her zamanki gibi benim için çok can sıkıcıydı. Rapunzelos saçlarımı bir yabancının ellerine tesim edecek, "onlara hayat ver" dicektim, tanrım! Ebru Saç Tasarım'ın esas adamı Ebru, randevuya rağmen gecikeceğini söylediğinden, ordaki kızlar başladılar saçlarımı sarmaya. Aslında ben sürekli "uçları bukle bukle olsun, saç dibimden deli karılar gibi bukleler istemiyorum" diye haykırdığımdan, nişan saatine kadar fön, püskül saçlarımı tutmayacağı gerekçesiyle, saçları sarıp, o acayip makinenin içine girmeme karar verildi. Artık makinenin içinde durmam gereken süreden çok daha kısa süre kaldığımdan mıdır, yoksa saçlarımın düzlük direncinden midir nedir, eve döndüğümzde buklelerim iyice aşağıya inmiş, hafiften paçoza dönmeye başlamıştım bilene:)
Kuaförden geldiğimizde, epey kişi toplanmıştı, zannımca 40'a yakındık. Önce bağırış çağırış yemek yendi, düğün evi gibiydik. Sonrasında giyinip makyajlanma faslına geçmek, tabii ki çok keyifliydi. Kardeşim beni bi boyadı bi boyadı! Grinin üstüne parlak beyaz, altına siyah kalem, biraz daha parlatalım gibi detaylarla, gözlerim ışıl ışıl oldu, fotolardan belli olmasa bile:)
Ben gelin kız olarak, süslenmiş, püslenmiş, iltifatları kabul etmekte ve ortalıklarda kırıtmaktaydım ki, meğersem saat 3'e gelir olmuş, oğlan tarafı geldi! Hem de ne geliş! Kocaman bir çiçek, alengirli çikolata, ve bembeyaz dantelli bohçalarla, yani anlı şanlı!:) Misafirlerimizin gelişinden itibaren ilk 5 dakika bence çok komikti. Ortalıkta bir takım boş yerler vardı ve fakat çoğu kişi ayakta kalmıştı, hiç kimsenin de bu duruma ilişkin napılacağına dair bir fikri yoktu. Emrah'ın "Rabia biz nereye geçelim?" sorusu karşısında bön bön bakınmaktaydım ki, Damat Umut Paşa beni çekti, götürdü, salonun orta bi yerine oturduk ve hemencecik sevgili kayınpederim İhsan Amcacım, güzel ve heyecanlı olduğu her halinden belli bir konuşmayla olaya girişti! Süperdi, çünkü kimse bu kez nereye oturacak derdi olmadan, tam tamına 50 kişi (hehe) salonda ayakta, nişan anına tanıklık etti. Sonrasında, zaten herkes evin bir köşesine dağıldı ve bizim ev 52 kişi kapasiteli olabileceğini kanıltamış oldu, koçum benim:)
İhsan Amca süper bir konuşma yaptı, sonra da nazik bir geçişle, sözü Umut'un amcasına ve benim büyükbabama bıraktı. Onlar da yüzüklerimizi taktılar, berber olan kısasaçsever büyükbabacığım baktı ki 50 metrelik bir kurdele söz konusu, iki yüzüğün ucuna bağlanmış kurdeleleri dibinden kesiverdi, pek pratik oldu:)
Resmi olarak, sevdiklerimizin katılımıyla nişanlanmamızın ardından, tabii ki diğer fasıllara geçildi. El öpmeler, öpüşmeler, sarılmalar, tebrikler, güzel dilekler.. Kayınvalidem Hatice Teyzem ve manyak görümcem Ezgi :) bana bi sürü güzel şey takıp takıştırdılar ve tabii dayılar, teyzeler de.. Çok süper şeylerim oldu:)O anları görüntüleyen Hif, tabii ki tüm şirinliği ve cimcozluğuyla, ve son derece amatör fotoğrafçılığıyla, sessiz bir anda o cin sesiyle, "Umut, annemi bi daha öper misin, çekemedim tam" diyerek yine tüm dikkatleri üzerine toplamayı başardı:) Hehe, ve o kadar çok Umut Umut dedi ki, en nihayetinde ortamın en yaşlı ve erdemli hatunları anneannem ve Ülker Teyze'den "kız, Umut değil o, Umut abi denecek, kafanı kırarım" şeklinde açık uyarılarla da karizmayı yerle bir etti:) Hif için verilen özel poz sanırsam:
Öpüşme faslına evin diğer odalarında devam ettik. Arkadaşlarla geyik çevirdik, güç yüzüklerimize bakmaya doyamadık, poz vermeye de:)
Kameramanlarımız Emrah ve Zü'ye bir sürü ahkam kestik. Bidi bidi konuştuk, durduk. Mutluluğumuzu nasıl söze dökeceğimizi bilemedik:
Bu esnada, becerikli mutfak ekibi, tabakları, pasta-börekleri, çayları hazırlamış, servise başlamış, kurtlar gibi aç 52 kişiyi doyurmak üzere harekete geçmişti: bir yandan servis, diğer yandan bulaşıklar, vs. Onlar olmasa zor olurdu, kuzenler, komşularımız, teyzem, yengemler; seviyorum sizleri uleyn!
Mideye indirdiklerimizi eritmek amacından gayet uzak bir motivasyonla, bittabiii Umut'un gazıyla laptopu kaptığımız gibi içerideki ağır ekipten (babalar, anneler, dayılar, halalar) habersiz oynamaya başladık. Tam abartmaya, omuzları öne arkaya atmaya başlamış, meşhur çikçik dansıma uzanmaktaydım ki:P, Serhan halam içeri geldi ve tüm o haşmetli sesiyle, bizi çekiştire çekiştire salona götürdü: biz bir uzam halinde birimizde laptop, birimizde kablolar, birimizde hoparlör, tıpış tıpış salona yollandık, iki dönüverdik:)
Bir ara müziğin kesilivermesiyle birlikte nolduğunu anlamaya çalışırken Serhan Halam'dan çıkan "ay ceyranlar mı gitti?" efektine ekstra koptum, halacım benim yaaa:) Bilge nasıl sıkıştın oraya yahu?:) Yengemle Aysun abla da oyun işindeki tüm maharetlerini gösterdiler fallayi..
Sonra da Umut'un, siparişi verdikten 2 dakka sonra koşarak pastaneye dönüp adama "oraya Rabia yazılcak, aman diyim, Rabiya yazarsanız o pastayı tek başıma bana yedirir" diye, otoriteme boyun eğdiği (kehkeh) pastamızı kesip, ağzı-burnu büke büke yemişiz görüldüğü üzere:
Pastadan sonra, iki hoşbeş daha ve ardından yavaş yavaş oğlanevi (böyle demek ne özetleyici, tebrikler atalarımız, dedelerimiz:P) izin isteyerek evden ayrıldı. Sanırım bu sırada saat 17.30'a gelmekteydi.
Güzel dileklerle ve en kısa zamanda görüşebilme temennileriyle evden ayrılan oğlanevinin, kızevinin erkekleri tarafından dışkapıdan da yolculanması ardından, tabii ki noldu? Kızevinin tüm hatunları, hurrraaaaaaaa! salon masasının başına üşüşüp, bohçalara saldırmasınlar mı? He he, abartmayayım, herkes aceba neler gelmiş merakıyla birer birer bohçaları mıncıkladı. O bohçalardan neler çıktı neler: zaten bohçalar dantelleriyle başlı başına birer el emeği göz nuruydular, ben de çok anlarım ya dantelden. Süper olduklarını evin büyüklerinden duydum, ezber ettim. Efenim, alengirli seccadeler, oyalı yemeniler, rengarenk patikler, namaz örtüleri, havlular.. hangi birini anlatsam:) bana gelen ve en güzel olduğu her halinden beli olan (hehe) bohçacığıma ise benim ulaşmam mümkün olmadı etrafındaki halka nedeniyle:) bu bohça geleneğini boşa koymamışlar valla, insan doğumgünü çocuğu gibi mutlu oluyor, kalbi neşeyle doluyor:P Yükselen vohohohouvvvv seslerinden benimkinin içinden çok cazibeli bişiler çıktığı hemen annaşıldı ve büyükbabamın arkada oturduğu hatırlanarak eski edep ve adaba bürünüldü:) Nişanın sonunda ben aşağıdaki gibiydim: güç yüzüğü parmağında, yorgun ama mağrur ve gururlu genç kadın şöyle der: aman bre deryalar, biz nişanlıyız!
Gelelim teşekkür faslına: Her türlü desteğini arkamızda hissettiğimiz, yolculuktan hazzetmemelerine rağmen ta Ayaş'tan kalkıp gelen ve ilk torunlarının mürüvetini görme gayretiyle hareket eden, sevgili büyükbabacığım ve anneanneciğime, lambır lumbur sözleriyle bizi hem kızdıran hem güldüren Mehmet dayıma, güler yüzü ve girişkenliği, ayrıca Umut'a verdiği iki "iyi oynuyosun" gazıyla sevdiceğimi pek sevindiren Asu yengeme, "Peçenekli Süleyman"la bilgi dağarcığımıza bilgi katan ve en başından beri "yanındayım" diyen Naci dayıma, ev işleri konusunda anneme sonsuz yardımcı Sebiha yengeme, gıkları çıkmadığından bize "öf bi durun, susun!" dedirtmeyen, aman da ne büyümüş kuzilerim, Alper, Buğra ve Zuhal'e; elbiseme "gecelik gibi" yorumunda bulunmuş olsa da:) canım teyzeciğime, enişteciğime ve nebike; arıza çıkarabilecek bacağına rağmen Ayaş'tan kalkıp gelen sevgli Mustafa enişteme, çingir çingir sesiyle beni koparan Serhan halama, bu çarşamba kınasını yapacağımız kuzicim Aydan'a, hiç beklemediğimiz ve bize en büyük sürprizi yapan Aysun ablama ve peri kızı Ceren'e, İzmit'ten trene atlayıp gelen sevgili Enver amcacığıma ve Güzide yengeciğime, hayatımın en arızalı zamanlarına tanıklık etmiş Ülküş teyzeme, Eskişehir'e geldiğimizden bu yana, 4 yaşımdan beri, en yakın aile dostlarımız olan, birlikte evrildiğimiz, Salih amca, Kezban teyze ve evcilik arkadaşlarımız Esen, Suna ve İrem'e; hiperwomen komşularımız Figen abla (pek tabii eşi Naci Bey'e) ve Dilek ablaya; evimizi bir kez daha şenlendirmiş olan sevgili kayınpederciğim ve sevgili kayınvalideciğime, görümceciğim Ezgi'ye :), dayımız, teyzelerimiz ve eniştelerimize, Didem'e, amcamız ve yengemize; "ayyyy ne güzel oldu, geldiler" diyeceğim dostlarımız, kameraman Emrah ve Didem'e, fotografır Bilge ve Özge'ye, canlarım, tavıklarım Arzu ve Aslı'ya, en sevdiklerim, bu süreçte "iyi ki annem ve babamsınız" dedirten annecim ve babacığıma, kuzucuklarım Hif ve Zülüş'e, ve elbette benimle nişanlanma şerefine nail olan bitanecik sefgilim Umut'a en derin sevgilerimle ve teşekkürlerimle, ergenekon destanımı burada bitiriyorum efem:)

02 Temmuz 2008

Gökten üç elma düşmüş...

Fazlasıyla alengirli, bir o kadar cengaverli masalların sonu hep öz, hep sade, hep şıppadanak olurmuş. İyiler birden ödüllendirilir, kötüler birden merhamete gelir, her şey birden yoluna girermiş. Esas kızla esas oğlanın masalında da, aslında ne kötüler varmış ne iyiler. İnsanmış hepsi ayol, yer gök doluymuş with griler (böyle olur rabia'nın masalı) :)
Masal masal diye kendilerini yiyip bitiren esas oğlanla esas kız için belki de en değer verdikleri şey, ailelerin de birbirlerini pek sevmesi, yani koskocaman bir aile olmakmış! Aileler hele bir tanışsın, aman da hemen kaynaşsın mantığıyla, 7 Haziran 2008 Cumartesi günü, bu iş için biçilmiş kaftan günü seçilmiş! Format önceden konuşulmuş: aileler esas kızın ailesinin evinde, yani Eskişeeer'de tanışacak, isteme-söz, ımbır kımbır işler için de takvim vs. konuşulacakmış. Böylelikle yine heyecan zilleri çalmaya başlamış, esas kızın ailesi esaslı ev sahibi olmak için, esas oğlanın ailesi de esaslı misafir olmak için harekete geçmiş, yine aynı saatte bir güzel çiçek eşliğinde zil çalınmış, esas kız&ailesi hoplaya zıplaya kapıyı açmış: Sonrası malum, herkes birbirine en uzak mesafedeki koltuklarda yerini almış, başta hal hatır sormayla geçen muhabbet sonradan annelerin ilçeye taşınmak istemeyişlerinden, babaların toprakla uğraşma sevdalarına kadar uzanmış. Esas kız esas oğlana arada abuk bakışlar atıp, naber len cillop sefgilim? gibi sözler sarf etmek istemiş, haliylen münasip kaçmamış. Yemekten önce birer türk kahvesi yudumlanmış, ve tam esas kız yemek masasını hazırlıyormuş kiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiii, birden sohbet "biz ne zaman istemeye gelelim aceba?" noktasına gelmiş, ahanda o sırada nolduysa olmuş, esas oğlanın babasıyla esas kızın babası, anneler ve esasların da nolduğunu anlamlandıramadıkları bir süreçte işi bitirivermişler!:) Esas kızın parçalı bulutlu hatırladıkları:
-esas oğlanın babasıyla esas kızın babası arasında geçen hımmmlı hümmmlü kısa diyalog
-diyalogun hemen ardından esas oğlanın babasının, ellerini kalbinin üzerine koyup "allahın emri peygamberin kavliyle..." diye esas kızı esas oğlana istemesi
-esas annelerin devre dışı kalmış şaşkın ama gülümseyen bakışları
-bişeyleri masaya dizmeye çalışan esas kızla, efendi damat oturuşu pratiğindeki esas oğlanın "nolüyo yavv?" bakışmaları
-esas kızın babasının kızına (yani nam-ı diğer ben oluyorum efem) hiç unutulmayacak bir bakış attıktan sonra, yerim seniiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiii diye üstüne atlanılcak bir ses tonuyla "ben de kızımı veriyorum" içerikli cevabı
-esas kızın kardeşinin, fazlasıyla doğaçlama gelişen bu olaya tuvalette yakalanması nedeniyle "ayyyyy çok önemli bişiy kaçırdım galiba" diye salona dalışı (hahhayyytttt!:))
-zırhlı diş birlikleri olan kardeşin, neyse ki etraftan duyulmayan, "yahu daha başlık parası istemedik", "çok ucuza gittin valla" geyikleri, he he:)
-esas kızın kafasından fırtına gibi geçen "yahu adeta bir paket gibi alındım verildim", "bugüne dek babamındım, şimdi müstakbel kocamın mı oldum?", "evet, en nihayetinde ben bir nesneyim" gibi düşünceleri: "yahu gelenek bunlar, gelenek!"
-kız isteme faslının ardından öpüşüp sarılmalar, esas kızla esas oğlan birbirlerini öptü mü hatırlamıyom!
Velhasılı kelam, böyle olmuş. Ardıından, ayakta devam etmiş öpüşme faslı sonrasında oturuş biçimleri birden birbirine yaklaşıvermiş, odanın dört bir yanına dağılmış ebeveynler, sevgi yumağı oluşturuvermiş:P
Sohbete eklenen uzun bir yemek ve sonrasında çay keyfi ardından, esas oğlan ve ailesi güzel dileklerle esas kızın ailesinin evinden ayrılmışlar. Geriye 13 Temmuz'da yapılacak olan nişan etkinliğinin detayları ile, koskocaman ve kalabalık bir ailenin yeni atılmış temelleri kalmış...
İşte masalın tam bu noktasında, gökten üç elma düşüvermiş: Biri, elbette bu masalı anlatan esas kızın başına.. Diğeri, esas kızla esas oğlanın hiç bitmeyecek aşklarının başına. Sonuncusu da, bu masalı en başından beri içtenlikle dinlediklerini hissettiren, kimi ailemizden, kimi arkadaşlarımızdan, kimi az, kimi çok tanıdıklarımızdan, kimi hiç bilmediklerimizden, ama her biri bizimle birlikte heyecan duyan ve ekrana bakıp keyifle gülümseyen dostlarımızın başına..

29 Mayıs 2008

Kaf Dağı'nda bir gariban esas oğlan

"Hayat devam ediyor" denirmiş, baş etmek için. Biz anımsatmak için diyoruz, "masal devam ediyor" diye, kaldığı yerden..
Kaldığı yerden bakınca esas oğlan, önünde uçsuz bucaksız Kaf Dağı'nı görmüş. Kaf Dağı.. Erişilmez Kaf Dağı, tüm yeryüzü pınarlarının anası, ardındaki gizemli ülkeleri kimse bilmez, dorukları sisli, büyülü bir diyarın kapısı orası. Periler padişahının yaşadığı, prenseslerin masal kahramanlarını zalim aşk sınavlarına tabi tuttuğu, tek gözlü devlerin hazineler beklediği, Zümrüd-ü Anka kuşunun gizlendiği bahçenin ev sahibi Kaf Dağı. Evet işte, ta orası, geçtiği sınav..
Günlerden 26 Nisan 2008 imiş o gün. Esas kızın evinde tatlı ve örtük bir telaşe. Herkes pek rahat görünürde, lakin akıllar başka yerde. Esas oğlanın, esas kızın ailesiyle, daha doğrusu anne-babasıyla tanışacağı gün. Esas kız esas oğlana esas günden 1 gece önce demiş ki: "Yavrım, 16.30'da bizde ol, ne 1 dakika geç, ne 1 dakika erken!" Talimatı alan esas oğlan, o gece nöbetini tutup vatanı olası düşmanlardan korumuş, o esnada emin ellerde olduklarının bilincindeki esas kız ve ailesi de gayet fosur fosur uyumuş.
Sabahki tatlı ve örtük telaşe doğrultusunda, üst baş düzeltilmiş, eve çeki düzen verilmiş, tozlar halının altına süpürülmüş, esas kızın annesi mutfakta döktürmüş. Saat 16'ya doğru hemen her şey tastamam olmak üzereyken, tabii ki maksimum dakiklikteki esas oğlan zırt diye aramış, esas kızla aralarında şöyle bir diyalog geçmiş:
Esas kız: Efenim canım?
Esas oğlan: Yavrım ben hazırım, grand tuvalet giyindim, traşımı oldum, isteğin üzere Beatles modeli saçımı jöleledim, geliyim mi?
Esas kız: Ay gelme daha!
Esas oğlan: Geleyim yahu başka işim yok!
Esas kız: Ya aşkım manyak mısın? Gelme daha biz hazır değiliz.
Esas oğlan: Gelicem allah gelicem!
Esas kız: Ya gelme diyorum!
Esas Oğlan: Yahu niye?
Esas kız: Gelmeeeeeeeeeeeeeeeeeeeee!
Telefon kapanınca olanlar olmuş! Tüm bir haftayı ve o günü "len ben niye heyecanlanmıyorum?", "heyecanlı olmam lazım!", "niye heyecanlı değiliiiiiiim?" diye kendini yiyip bitirerek geçiren esas kız, herhalde esas oğlanın hazır ve nazır beklediği haberini alıp da iş bu kadar somutlaşmış biçimde önünde durunca heyecan hali tavan yapmış. Oturmamış, ayakta gezinip durmuş. Annesiyle babasının maskarası olmuş. Koridorda volta atıp dururken saat de 16.30 olmuş.
Tik tak, tik tak, tik tak..
Sonra saat olmuş 16.31 ve devamı gelmiş: 16.32.. 16.35.. 16.38.. 16.40..
Beklenen zil bir türlü çalmamaktaymış. Sonradan öğrenilmiş ki, park ettiği arabasından inen esas oğlan, inince bakmış kalp aşırı gümbürdemekte, geri arabaya binmiş, oturmuş, beklemiş öyle. Sonra sakinleşip almış eline çiçeğini ve çikolatasını, girmiş apartmana.
Zil çalıp da kapıyı hoplaya zıplaya açmaya giden esas kız ve ardından gelen ailesi, karşılarında 32 diş sırıtan, iki dirhem bir çekirdek, "tanrım bu ne yakışıklılık!" dedirten, genç ve manyak esas oğlanı bulmuşlar! Işıltıdan gözleri kamaştığından mıdır nedir, bir süre, bir elinde zarif bir çiçek, diğer elinde içinde çikolata olduğu tahmin edilen sevimli ama aynı zamanda alengirli bir paket, iki eli dolu durumda bağcıklı ayakkabılarını çıkarmaya çalışan ve ipteki cambaz misali bir o yana bir bu yana bükülen esas oğlanı sadece izlemekle yetinmişler. Sonra akılları başlarına gelmiş, bu sırada esas oğlan ayakkabılarını çıkarabilmiş, esas kızın annesine çiçeği takdim etmiş, tokalaşmalar, öpüşmeler, el öpmeler, hoş geldin ritüeli yaşanmış, salona geçilmiş.
Sonrası, hayal edilemeyecek kadar güzelmiş. İlk 5-10 dakika herkes pek heyecanlı olduğundan, "nöbet nasıldı?", "evi rahat bulabildin mi?", "annen-babanlar nasıllar evladım?" gibi sorular ve karşılığında kısa yanıtlar ve belirgin sessizliklerle geçmiş. Muhabbet aranırken, esas kızın, kız kardeşinin karşıdan ışıl ışıl parlayan diş telleri imdada yetişmiş, lakin münasebetsiz kız kardeş işi dalgaya vurup tüm pişkinliğiyle "ha ha, konuşacak mevzu kalmadı da benim diş tellerime mi kaldınız?" diye kıkırdamaya başlamış. Bu esnada ortam gevşemiş, esas kız annesiyle birlikte sofra hazırlama sürecindeyken, esas oğlan ve müstakbel kayınpeder arasında keyifli bir sohbet başlamış. Ayaş, Sındırgı, davarcılık, üzüm budamasından, fizik, mühendislik, simülasyon, Fortran programlama diline uzanan derin bir muhabbet... Yemeğe geçildiğinde, yayla çorbası, kızarmış tavuk, pilav, karnıyarık, zeytinyağlı sarma, kadayıf gibi esas kızın annesinin döktürdüğü menünün eşlik ettiği bol kahkahalı sohbetler edilmiş. Esas kızın iki kız kardeşi iyi ki varmış. Onların esprileri ve yorumlarıyla ortam iyice gevşemiş.
Yemek sonrasında çay muhabbetine geçmeden, esas kızın annesi ve kızkardeşleri mutfak toparlama halindeyken, esas kızın babası, bizim esaslara şahane bir konuşma yapmış: "Siz birbirinizi tanımışsınız, sevmişsiniz. Kızım bana evlenmek istediğinizi söyledi. Ben de bunu bir aradayken, ikinizden birlikte duymak isterim" demiş. Esas kız ve esas oğlan güzel cümlelerle bu isteğe karşılık vermişler. Sonra baba, esas kızın "ya işte benim babam" diye gurur duyduğu cümleler sarf etmiş: "Umut, sen geldiğinden beri şöyle bir bakıyorum kızıma da, çok mutlu, ağzı kulaklarında, bu seninle ilgili, bundan sonra da kızımı böyle mutlu etmeni isterim" demiş. Tüm konuşmayı, dedesinden masal dinleyen çocuklar gibi, hayranlıkla dinleyen esaslara, kısa ve öz olarak, özverili, özenli, sevgi ve saygının temel olduğu, vatana-millete hayırlı bir evlilik dilediği beklentisini ifade etmiş. Babasına sevgiyle bakan esas kıza, aynı hayran ve bitik bakışlarla esas oğlan eşlik etmiş.
Ailecek çay sefasına geçildiğinde muhabbet daha da derinleşmiş, derinliğe kahkahalar eşlik etmiş, her şey peri masallarındaki gibiymiş, beklenenden daha güzelmiş.
Eve girerken titrek ve çekingen hali dikkatlerden kaçmayan esas oğlan, saat 20'ye yaklaşırken, bir cengaver misali koltuğundan sıçrayarak müsaade istemiş. Kapıya kadar, güzel veda sözcükleriyle uğurlanmış.
Esas oğlanın gidişi sonrası kaçınılmaz bir aile içi değerlendirme yapılmış, "ay şu da çok komik oldu", "ay ben de şurada ne dedim" cümleleri sarf edilmiş, oradan anne-babanın evlendikleri zamanlara ve evlenme süreçlerine uzanılmış. "Esas oğlan, esas kızın ailesi üzerinde hiper olumlu bir izlenim bırakmış" demek, bilmem yeterli olur mu?
Benzer bir değerlendirme, esas oğlandan da gelmiş. Çok özenildiğinin farkında olan esas oğlan, esas kızın annesini çok samimi, tam anne, muzip ve şakacı, babasını ise kendi ve ailesiyle barışık, iletişimi güçlü, zeki ve özenli bulmuş. Kısaca, "esas oğlan müstakbel kayınpederine bitmiş" demek, bilmem ayıp olur mu?
Sırada, iki hafta sonra gerçekleşecek I. Geleneksel Esas Aileler Buluşması varmış. Şimdiden söyleyince, bilmem sürprizi kaçar mı?

25 Nisan 2008

Güzelleme


Koca desktop her işe naçar kalırkene
Aha çöküyom diye bas bas bağırırkene
Rabiakız şipir şipir ağlarkene
Bir yiğit oğlan imdada yetişmiş de gelmiş

Umutman pelerinini sarınmış da üstüne
Demiş, korkma bacım bakıcaz çaresine
Yan gözle süzerek ok kirpikle yay kaşlare
Hepsi burada'ya tıklamış da gelmiş

Elegimsagma der ki işin esası
MSImış tam aradığı zımbırtı
Geleli cihana böylesi kıpırtı
Bizim kız her işini bitirmiş de gelmiş

21 Şubat 2008

Masal'da II. Perde

Esas kız ve esas oğlanın yaşamlarında, "masal" ın büyüsü artarak devam ederken, günler geçmiiiiş, geceler geçmiş. Uçsuz bucaksız kocaman saraylarda meşaleler yakılmış, görkemli kırmızı halılar üzerinde soytarılar taklalar atmış, önce yavaş yavaş, sonra hızlana hızlana davullar çalmaya başlamış. Evet, artık vakit gelmiş.
Günlerden bir gün, gecelerden bir gece... 8 Şubat 2008'i 9 Şubat 2008'e bağlayan gece, bir kaç saat önce ailesinin yaşadığı şehre adım atmış olmanın verdiği keyifle, mutfakta annesi ve kız kardeşleriyle bir yandan kıkırdayıp muhabbet ederek, bir yandan göz ucuyla bir dizideki işkence sahnelerini içi acıyarak izleyerek, öte yandan da içinde bir his "hadiii hadiii" diyerek, kıtlıktan çıkmış bir halde patlamış mısır atıştırmakta olan esas kız, anneyi garantilemenin ardından, "yeppp!" diyerek ayağa kalkmış ve babasının çalışmakta olduğu yandaki odaya dalıp, bir süredir kendilerinde kalmakta olan babaanneyi uyandırmama gayretiyle, en cici sesini takınarak, "babacımmmm, ailecek bir şey konuşmak istiyorum, birazcık buraya gelebilir misin?" demiş...
Esas kızın babası hem şaşkın, hem meraklı, "gecenin bir yarısı konuşulacak bu önemli mevzu ne ola ki?" düşüncesiyle mutfağa gelmiş, muhtemelen bir anlam veremediğinden, anneyle bakışıp gülümseşmişler.
Bu sırada, esas kızın kalbi pıtpıt atmaktaymış. Mevzubahis konu, esas oğlanın ve masalın varlığıymış. Bu, zaten yeterince heyecan verici bir mesele olmakla birlikte, kalbini daha da pıttırtan mesele, esas kızın babasının bu mevzuya nasıl bir tepki vereceğiymiş. Rivayet oymuş ki, esas kızın babası, bir akademisyen olmasına karşın ve olmasının yanı sıra, hayli milliyetçi-muhafazakar değerlere sahip (varan 1, kısaca m²), üç kız babası bir ebeveyn olarak bırakın "erkek arkadaş" kavramını, "erkek sinek" kavramına alerjik (varan 2), kızları ayrı şehirlerde okumuş, kendilerine ait evleri olmuş, her biçim yurt içi-yurt dışı seyahatler etmiş, sosyal aktivitelere, topluluk-dernek işlerine girmiş, bunlardan da haberdar ve destekleyen bir baba olmasına karşın, "benim kızlarımın erkek arkadaşları olmaz, olamaz!" gibi bir düşünceyi benimsemiş ve inanmış (varan 3, savunma mekanizması: inkar) , öte yandan, belki bunların, ha bir de dengeleyici bir eşin de etkisiyle, son derece sevimli, şirin, esprili, iki dakkada abuk ama feci kafiyeli şiirler yazabilen, artistik yetenekleri olan, çoğu kişinin de "film adam" olarak nitelendirdiği bir adammış.
Esas kız, haftalardır esas oğlanla yaptıkları provaları unutup, söze başlayacağı sırada hımılayıp hümülerken, aniden bir delü yiğit cesareti gelmiş, birden "eveeet, konu başlığı evlilik!" demiş, muzipçe anneye bakan babayı görünce biraz daha gevşeyip, "babacığım benim bir arkadaşım var, benimle evlenmek istiyor" deyip, olaya tam bir "ay şekerim valla, senle evlenicem diye tutturdu, ne haberim var ne bişiy" gibi bir anlam yükledikten sonra, aradan sıyrılıvermiş. Anne gülümserken, baba hımmmlayıp, yüzüne takındığı aşırı ciddi ifadeyle birlikte, pamuk gibi bir ses tonuyla ve bir mektuba başlar gibi, "kızım, öncelikle bunu bizimle paylaştığın için teşekkür ederiz ve evet şimdi öt bakalım" diyerek, esas oğlanın adı, sanı, işi, gücü, ailesi, memleketi, ıvırı, kıvırı hakkında sorular sormuş, anneyle birlikte.. Esas kız, iyice rahatlamış haliyle, ha bir de ezelden gevşek çenesiyle, fıttır füttür detayları anlatırken, esas oğlanla ne zaman, nerede, nasıl tanıştıklarını öterken, bir ara babanın cüssesi "sen bu çocukla bir miktar gezip tozdun galiba" cümlesiyle beraber bir miktar sallanmış (bkz. varan 1, 2, ve 3'ün çöküşü) ama yıkılmadan diğer detaylara geçilmiş. Esas kızın kız kardeşlerinin de "ay şöyle biri babişko, böyle biri annişko" şımarıklıklarıyla, olay bir güzel rapor edilmiş. Yaklaşık 1 saatlik bir konuşmanın ardından, açık sözlülükler, açık yüreklilikler, teşekkürler, kıkırdamalar ve hmmlar, hümmlerle tamamlanan konuşma, esas kızın ailesiyle esas oğlanın tanışmasının bahara doğru gerçekleşmesi temennisiyle son bulmuş. Esas kız, "yahu hiç korkmama, tırsmama, ayyy nolcek aceba endişelerime gerek yokmuş! en büyük çocuk olmak ne zor bir şey, en kritik deneyimleri ilk ben öğrenmek zorunda mıyım hep yaa?" diye bir yandan sevinerek, bir yandan tomuşarak uykuya dalmış...
Şimdilerde esas kız ve esas oğlan, pır pır, baharın gelişi ve güzelliğiyle gerçekleşecek olan, "esas oğlan-esas kızın ailesi tanışma seremonisi"ni bekliyorlamış.
Bakalım, bakalım.. Daha neler olacakmış?

18 Aralık 2007

Başka türlü bir şey benim istediğim..

Çok garip bir şeymiş.. Sabahın bir vakti Eskişehir Yolu üzerinden iş-güç için Eryaman'a gitmek, zırhlı birliklerin, kışlaların görüntüsü cama yansıyınca kafayı otobüsün camına dayamak, burnu patates yapana kadar "noluyor ki orada" diye merak içinde bakakalmak, her bir yeşilliye niyeyse derin bir şefkat duymak, daha önce 55bin kez geçilen yolun o "askeri" kısmındaki ne çok detaya dikkat etmemiş olduğunu fark etmek, "hey gidinin algıda seçiciliği" diye yeniden bir şaşalamak çok garip bir şeymiş. Cep telefonsuz yaşama şu anda ve burada hiç tahammül edememek, numara yok! telefon bile edememek, telefon gelecek diye bir an evvel evde olmayı istemek, her telefonu aloouuuv bi meraklı açmak, artık bütün sesleri ayırt edebilmek çok garip bir şeymiş. Karşıda yaramaz bir sesin "bir gün daha bitti, hoyf" demesine gülmek, sanki yıllardır görüşmüyormuş gibi tek bir kelimeyi kaçırmak istemezcesine kulağı ahizeye yapıştırmak, "bugün yerlerde süründük", "şu gün atış yaptık" deyince sakarlık sabıkasından bi güzel hayıflanmak, "bak oyuncak değil onlar" diye tekrar tekrar tembihlemek, karşıdan alışılagelmiş "hadi baybay"ı hemen duyamayınca buna yine bir gülmek, telefonu bir türlü kapatamamak, kapatmayı istememek, 50 kere vedalaşma sözcüğü sarf etmek çok garip bir şeymiş. "Dün seni çok özledim, baktım kafamı bir işe veremiyorum, gittim Mango'yu alt üst ettim" cümlesini rahat rahat sarf edebilmek, üstelik de karşılığında azar işitmemek, tek becerilebilen soslu terbiyeli uslu tavuktan pişirince "ayyy bunu çok severdi" diye kendi kendine dertlenmek, özlemek, özlemek, "daha şu kadar var, pöff!" demek, sonra bir daha özlemek, sonra bir daha "pöff!" demek, bir özlemek, bir "pöff!"demek, bir özlemek, bir "pöff!" demek çok garip bir şeymiş.
Denizi ayrı deniz, havası ayrı hava..

17 Kasım 2007

Masal

Bir varmış, bir yokmuş; Allah'ın kulu çokmuş.. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde; develer tellal iken, pireler berber iken; ben annemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken; ak sakal, sarı sakal, berber elinden yeni çıkmış, kırkılmış yok sakal; kasap olsam sallayamam satırı, nalbant olsam nallayamam katırı; hamama girsem sorarım natırı; nadan olan bilmez ahbap hatırı; dereden geldim, sandığa girdim; bir de ne göreyim, köşede bir hanım oturuyor; şöyle ettim, böyle ettim, yüzüne baktım, hanım yerinden kalktı; çıktık birlikte yola, ne sağa baktık ne sola, gide gide kaf dağının arkasına geldik ki, ne ileri gidilir ne geri, sana bir masal söyleyeyim gel beri...
Günlerden 14 Kasım 2007 imiş.. O gün esas kızın doğum günüymüş. Esas kız, pek keyifli bir evlat edinme davası görüşmesinden çıkıp, koşa koşa evine gelmiş, esas oğlan gelip kendisini almadan hazırlanmak, süslenmek, püslenmek ve önceden konuştukları üzere baş başa bir akşam yemeği yemek üzere işe koyulmuş. Esas oğlan gelmeden uzun saçlarını kurutmak için çabalarken, her zaman olduğu gibi, zil çalmış, dakik esas oğlan elinde kocaman bir demet, mor-sıklemen çiçekler, esas kıza sarılıp doğum gününü kutlamış, kutlaşmışlar. Her ikisi de pek keyifli, bir minik "günün nasıl geçti?" muhabbetinin ardından, esas kız, pek cıvık ve şımarık bir sesle "eee, aşkım hediyem nerde, yok mu?" diye sormuş utanmadan. Esas oğlan da gayet ciddi, "e hayatım çiçek ve akşam yemeği, yetmez mi?" demiş yine utanmadan, ciddi bir ses tonu ile.. Vakit geç olmadan iki utanmaz, evden çıkıp elele tutuşup Tunalı'ya doğru yürümeye başlamışlar; istikamet esas oğlanın bir gün önceden yer ayırttığını söylediği Arjantin Caddesi'ndeki genelde pek sessiz-sedasız Tenedos Cafe imiş. Yürümekten çok keyif aldıkları ışıklı ve kalabalık Tunalı Hilmi Caddesi'ni bitirip de yukarı doğru tırmanırlarken, ikisi de yorgunluktan bitap düşüp, kurt gibi acıkmışlar. Tenedos Kafe'ye vardıklarında, içeride sadece, çoğunlukla olduğu üzere, çalışanları görmüş, merhabalaşmış, kendilerine gösterilen yere geçmişler. Garson kıza yemek siparişlerini verip, esas oğlanın yakın zamanda çıkacağı Los Angeles seyahatinin ön ve son detaylarından, havadan-sudan, arkadaşlardan, dostlardan bahsetmişler. Esas kızın demiglas soslu bişeyiyle, esas oğlanın tenedos bişeyi geldiğinde açlıktan porsiyonları pek küçük bulmuş olmalılar ki, bölermiş gözleri gören garson çocuk, "ekmek?" demiş ve kafalarını sallayan esasları görünce bir koşu gidip, sıcacık, üstü zeytinyağı ve yeşil zeytin dilimleriyle süslenmiş, enfes lezzette ekmek dilimleri getirmiş. Esas kız ve esas oğlan yemeklerine yumulmuşlar ve tabii kırmızı şaraplarına da.. Pek güzel sohbet edip, gülüştükleri yemeğin sonuna doğru bir kahve içip oradan çıkmayı planlamışlar. Son kadehler yudumlanırken, esas oğlan pek maskülen bir hareketle hesabı istemiş. Bir kaç dakika içinde, siparişleri almış olan garson kız, hoplaya zıplaya gelip, hesabın bulunduğu alengirli tahta kutuyu esas oğlanın önüne tak diye koymuş. Esas kız, tam yemekleri ne lezzetli bulduğunu, ekmeklerin harika olduğunu söylerken, kutuya bir müddet bakan esas oğlan hoop kutuyu kaldırmış ve tak! esas kızın önüne koyup "esas kız, hesap sana gelmiş" demiş. Yarı şaşkın esas kız kutuyu açıp kağıdı aldığında, ne görsün!! kağıtta,
"Esas kız hanım,
Bu güzel akşam yemeği karşılığında, karşınızda oturan yakışıklı beyefendi ile evlenmenizi rica ediyoruz...
Tenedos Cafe"
yazıyormuş.. Esas kız, nasıl şaşkın, kırmızı ve gülümseyerek, karşısında aynı biçimde, gülümseyen esas oğlana bakmış. Esas oğlan ile esas kız, kendilerinden daha heyecanlı olduğu belli olan ve hala tepelerinde durup gülerek, "ayy fotoğraf makinesi filan yok mu, çeksem ben sizi" diyen ve hakkaten pek komik/sevimli gözüken kıza bakıp, gitmeyeceğini ve bu anı üçü paylaşacaklarını anlamışlar. Esas oğlan, cebinden bir kutu çıkarmış, bu esnada garson kız uzaklaşmış ve esas oğlan tam da esas kızın "ayyyy, süper bu" diyebileceği türden yüzüğü esas kızın parmağına geçirivermiş ve çok feciii komik halde olduklarının farkındalığı ve bilinciyle aralarında, "benimle evlenir misinnn"li, "evet, evlenirimmm"li bir diyalog yaşanmış, ritüel yerini bulmuş, kıkırdamalar eşliğinde..
Havaya kendilerini de kaptırdıkları belli olan Tenedos Ekibi'nden bu sefer garson çocuk "eveet, bu sefer gerçek hesap" deyip, aynı alengirli kutuyu esas oğlanın önüne koymuş. Cüzdanına yeltenen esas oğlan kutuyu açınca gülmeye başlamış, çünkü bu sefer de;
"Güzel bir Tenedos akşamının, vereceğiniz karar ile ömür boyu birlikteliğe dönüşmesini temenni ediyoruz...
Tenedos
14/11/2007"
yazıyormuş. Garson çocuk, esas oğlan ve esas kız kıkırdarlarken, garson çocuk esas kıza "beyefendi burayı sizin için kapattı, bakın kimse yok!" diyerek, olaya tam bir Nuri Alço filmi havası vermiş, tam olmuş:)
Birbirlerine bir acayip bakmaya başlayan, ağzı kulaklarında, kıkırdamaktan kendini alamayan esas kız ve esas oğlan, sohbete bir süre daha devam etmişler; masalın kamera arkasını anlatmış esas oğlan. En komiği de, bu süreçte esas oğlanla iş birliği yapan, esas kızın nevi şahsına münhasır, fantastik iki kız kardeşinin, yüzük ölçüsüne yardımcı olmak için esas kızın incik boncukları arasından seçip getirdikleri üç yüzüğün üçünün de ölçüsünün farklı olmasıymış:) Buna pek çok gülmüşler.
Üçüncü hamlede hesap ödenmiş ve Tenedos'dan pek keyifli ve güleryüzlü bir uğurlamayla ayrılan esas kız ve esas oğlan kanatlanıp uçarak evlerine gitmişler.
Gökten üç elma düşecekmiş daha, bu masal hiç bitmeyecekmiş...

30 Temmuz 2007

aşk

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...