25 Nisan 2008

Güzelleme


Koca desktop her işe naçar kalırkene
Aha çöküyom diye bas bas bağırırkene
Rabiakız şipir şipir ağlarkene
Bir yiğit oğlan imdada yetişmiş de gelmiş

Umutman pelerinini sarınmış da üstüne
Demiş, korkma bacım bakıcaz çaresine
Yan gözle süzerek ok kirpikle yay kaşlare
Hepsi burada'ya tıklamış da gelmiş

Elegimsagma der ki işin esası
MSImış tam aradığı zımbırtı
Geleli cihana böylesi kıpırtı
Bizim kız her işini bitirmiş de gelmiş

22 Nisan 2008

Ölüm

Psy-l'ye gelen maillerin çoğunu okumadan silerim. Vefat başlığını gördüğüm maili silmedim bu sefer, Aslı, Berfu bir şeyler göndermişler diyırtavık'a, önce onlara bakıp, en son okudum vefat'lı maili. Selahattin yazıyor ama soyadı türkçe karakterlerle yazılmış, okunmuyor. İçimden geçmedi değil, yahu yoksa? Yoksa Selahattin Şenol mu? Selahattin Hoca mı yahu diyorum hızlı hızlı karakter kodlamasını değiştirirken? Yok dedim, o daha çok genç, niye ölsün ki diyorum, niye? Hemen Gazi'nin sayfasına girdim, "acı kaybımız" linki var iki adet. Birine tıkladım, yok o değil, seviniverdim arsızca. Diğerine tıkladığımda ise, acı kayıp tüm yakıcılığıyla durmaktaydı karşımda. Bunu görmek, bunu böyle görmek çok acı bişiy.


1959-2008

Prof.Dr. Selahattin ŞENOL

Sevgili Hocamız

Prof.Dr. Selahattin ŞENOL’u kaybettik, acımız büyüktür.

22.04.2008 Salı günü 10.30’da

75. Yıl Konferans Salonunda yapılacak töreni müteakip Kocatepe Camisi’nde öğle namazından sonra Gölbaşı Mezarlığında ebedi istirahatgâhına uğurlayacağız.

Kederli ailesine, yakınlarına ve tüm Gazi’lilere başsağlığı dileriz.

GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ

DEKANLIĞI

Not: Kocatepe Camisi’ne ve Gölbaşı Mezarlığına gitmek için Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim üyeleri otopark girişinden 22.04.2008 Salı günü saat:12.00’de araçlarımız kalkacaktır.


Sevgili Selahattin Hoca'nın öğrencisi olmadım ben hiç, ondan bir ders dinleme şansı da yakalayamadım. Adını çok duymuştum elbette önceden, ama onunla ilk tanıştığımda, aile mahkemesinde yeni başlamıştım işe. Sonra arkası geldi. Ne kadar zor dosya varsa, işin içinden ne kadar çıkamıyor durumdaysam, dosya içinde çocuğun Prof. Dr. Selahattin Şenol tarafından bir kez bile görüldüğü yazıyorsa karşımda, oh! diyordum. Oh! Hemen ya hastaneden ya muayenehanesinden ulaşıyordum kendisine. Sekreter engelini atladıktan sonra başlıyordum anlatmaya: eee hocam, şöyle hocam, böyle hocam derken, kendisiyle pek çok telefon görüşmemiz oldu, ilk seferde hastanede de ziyaret ettim. O hiç, angarya iş olarak görmedi bana bilgi vermeyi. Üç dakikada kesilen adliye telefonlarını bildiğinden kendisi aradı çoğunda, kimi zaman iki hasta arasına sıkıştırdık koca görüşmeyi. Anlattı, paylaştı, fikir yürüttü, nasıl olabilir, şöyle olsa ne olur, böyle olsa ne olur diye birlikte kafa yorduk, bazen ne zor iş bu beah! diye dert yandık karşılıklı. Çok değerli bir profesördü, çok değerli bir çocuk ve ergen psikiyatrıydı. Ölüm nedeni ne ki diye yanarken, ekşisözlükte buldum cevabı: 20 Nisan'da sabaha karşı kalp krizi geçirerek vefat etmiş. 49 yaşında. Çok acı. Çok acılı. Çok üzgünüm.

Edit-22.04.2010: İki yıl geçmiş üzerinden.. Geçenlerde bir dosya geldi elime, içinde Selahattin Hoca'min 2006'da verdiği bir rapor var çocuk konusunda. "Gidip Selahattin Hoca ile görüşmeli" diyecektim, diyemedim. Bu sefer öylece kalakaldım. Çok ama çok erken oldu be hocam. Umarim mutlusundur uyudugun yerde..

08 Nisan 2008

Hacıyolu Taksi

Bazı günler, ilk insani iletişimimi adliyeye gitmek (zor bela yetişmek desek daha uygun olur) amacıyla çağırdığım bir Hacıyolu Taksi şöferiyle yaşıyorum. Yaşıyorum ve öff pöff diyerek çıktığım evden, sağlık, mutluluk ve başarı duygularıyla adliyeye ulaşıyorum, üstelik bir de hep tam vaktinde yetiştiriliyorum. İşte bu nedenle millet, Hacıyolu Taksi'yi pek seviyorum, onlara, blogumda yer vermek suretiyle minnetimi ifade etmek istiyorum, ehe:) Hacıyolu Taksi'nin tüm şoförlerini tanıyorum. Niye? Çünkü, adliyeye erken gideceğim vakitlerde hep geç kalıyorum, el mecbur taksi çağırıyorum. Küçük bir taksi durağı olduklarından, üç beş arabaları da benim çağırdığım saatte başka yerlerdeyse, muhakkak yoldan bir taksi çevirerek gönderirler, güvenlik açısından plakasını da alırlar, şöfere de akıllı olmasını söylerler:) Ne iş diyecek olunursa, ben onlardan kimi için bir torun, kimi için bir abla, kimi içinse bir kız çocuğuyum, yıllardır. Ne iş yaptığımı, nerelerde okuduğumu, neyle uğraştığımı bilirler. 76 yaşındaki İsmail amcam denk gelirse, Mithatpaşa'dan inerken yol boyu hükümete söveriz birlikte, sıklıkla İ.Melih'in kulakları çınlatırız, trafik keşmekeşinden dem vururuz. O beni Karadenizli hanımefendilere benzettiğini söyledi geçenlerde, güleryüzlüymüşüm onun köyündekiler gibi. Hem dedikodu da yaparız, yarım kalan konuyu bir dahaki seferde tamamlarız. İsmail amcam az bıçkın bir dede değildir, kendisi haşin Ankara trafiğinde ilerlerken, özellikle de Akay tarafında, burnunu çıkarıyorsa önüne bir araç, hiç bozmaz istifini, aracı yavaşlatır, gözünü diker karşıdan gelen aracın şoförüne, adam el mecbur yol verir. Sonra eskilerden bahseder, pek şeker. Sanırım büyükbabama benzetiyorum onu çok. Elektrik şirketi emeklisi olan bir diğer şoför, torunu ve kızlarından bahseder, boşanma oranlarının artmış olması ona muazzam gelir, şaşırır, cıkcıklar, birlikte kredi kartlarının tü kakalığından girer, fiziksel şiddetten çıkarız. Tombul yanaklı, güleryüzlü olan bir diğeri, her gelişinde muhakkak, bir kaç apartman yukarıdaki Bilkentli kızın kendilerini her sabah mutlaka aşağıda en az 20 dakika beklettiğinden gülerek şikayet eder, içten içe dakikliğimi (sadece taksi çağırmak konusunda elbet) takdir eder. Kız kardeşi boşanmakta olduğundan, akıllarına takılmış resmi sürece ilişkin tüm soruları bir avukat arkadaşıma danışarak yanıtladığımdan mütevellit, hem beni çok boğmamak konusunda özen gösteren, hem de merak ettiklerini bir bir sıralayan sanırım durağın en genci olan şoförle muhabbetimiz taksiden inmekteyken ben, daha sonuç kısmına gelememiş olur. Ha bir de hiç muhabbet etmediğim, uzun kıvırcık saçları, iri-yapılı hali, afilli deri yelek ve ceketleriyle gayet ciddi ve karizmatik duran bir "abi" var ki, o da asla taksimetreyi açmaz, muhabbet etmez, ama güleryüzlü ve muhakkak iyi dileklidir. Yaklaşık 8 dakika süren yolculuğumuz, her birinden pek bir güler yüzle duyduğum "hayırlı işler kızım", "bol güneşler hanımefendi", "iyi çalışmalar ablacım" gibi tümcelerle bittikten sonra, ben huyu geçmiş, uykusu açılmış, sabah vakti gerekli sosyalleşme dozunu almış, gülmüş, güldürmüş biçimde taksiden iner, adliyeye yönelirim. "Hacıyolu Taksi ile güne başlamak, ayrıcalıktır" derim.

03 Nisan 2008

Başbelası olmanın dayanılmaz hafifliği

Bugün savcıya ifade verdim. Halen şaşkın ve sinirliyim! Hikaye şu: hani herifin birisi geçtiğimiz Eylül ayında beni güneşli bir öğleden sonra cep telefonumdan özel numarayla aramış, tüm yaşamsal haklarımı elimden alacağı, beni rezil rüsva edeceği, bana tecavüz edeceği içerikli bir takım okkalı ve sinkaflı (bunu da adliyede öğrendim: içinde zik mik geçiyorsa, küfrün adı sinkaflı oluyor, kolayca ifade ediliyor, hehe) küfürler savurmuş, beni "zım zım zım kim ola ki bu" düşüncelerine gark etmişti, tabii ertesi gün de ilk iş savcılığa şikayette bulunmuştum. Velhasıl, dün bir tebligat gelmiş kaleme, dün tüm gün dersim olduğundan adliyeye hiç mi hiç uğramadığımdan, bugün elime geçti: benim dosyamı takip eden savcının adının da yazdığı, Çarşamba-Perşembe günleri 14.00-16.00 saatleri arasında ifade vermek için beklendiğime dair bir yazı. Ben herhalde belli oldu artık kimmiş diye sevinerek (bkz. yargıda hız-Eylül'den Nisan'a) üst kata çıkıp, savcının huzuruna geçtim. Savcı hemen katibini çağırdı, dosyamı buldurdu ve ifade alımına başladı. Ben niye benim ifadem alınıyor anlamadığımdan, herhalde dedim, isim belli olunca şikayetime devam ediyor muyum, yoksa geri alıp uzlaşıyor muyum, ne haltsa o konuda söyleyeceğim sözler de ifade kapsamında alınıyor. Ve fakat, katip şüpheli kısmına kimin adını yazıyorum deyip de savcı benim ad-soyadı verince, hoyda breh diye kıpraştı yüreğim, noluyor yahu? derken, savcı nihayet beni arayan kişinin ismini açıkladı: İsmin ilk hecesini söyleyince, geri kalan hece ve soyadı ben tamamlayıverdim hemen. Zira, iki yıl önce dosyası bize gelen, çoook dramatik bir öykünün müsebbibi, çok yoran bir adam! İşi gücü yokmuş gibi benle uğraşan bir adam! Yabancı uyruklu eski eşiyle aralarındaki velayet davası gazetelere de yansıyan, çok belgeli, çok içerikli, çok ağır, çok kalın bir velayet dosyasıydı. Dosyada uzman raporu başrol oynadığından, tüm bağlantıları ben kurup görüşmeleri ben yaptığımdan ve raporu da ben kaleme aldığımdan adam üç imzalı raporu tabii ki bana mal etmiş, çocuğun anneye verilmesi görüşünde bulunarak aleyhine yazdığımız rapor üzerine, adamın avukatı duruşmada "psikoloğunuz rüşvet almış!" diye abuk subuk mesnetsizce celallenmiş ama tabii ki eski süpper hakimim Mustafa Bey'in gazabıyla geri püskürtülmüş, bu sefer adam beni söylemediği şeyleri rapora yazmışım iddiasıyla savcılığa şikayet etmiş, o sırada hakim de çocuğun anneye verilmesine karar verip dosyayı bitirmiş, bu esnada savcılık tabii ki benim hakkımdaki asılsız şikayet üzerine takipsizlik kararı vermiş, sonrasında da Yargıtay, kararı iki düzeltme itirazında da onaylayarak, çocuk en nihayetinde anneye teslim edilmişti. Edildiğini gazetelerden öğrendim ben gerçi. Neyse işte, Eylül'de gelen telefon üzerine bu adamdan da şüphelenmiştim ve fakat ODTÜ'nün müstesna mühendislik bölümlerinden birinden mezun olup da, afilli bir holdingte görev yapan bu afilli adamın tutup da öyle abuk subuk küfürler-tehditler etmeyeceğini/ettirmeyeceğini, benimle daha sofistike düzeyde uğraşacağını (nasıl olcekse bu?) düşünmüştüm. Ayrıca, özel numaradan da arasa, savcılığın numarayı tespit edebileceğini tahmin edebilmesi gerekirdi. Ben bir yandan şaşırmadım, öte yandan da çok şaşırdım niyeyse. Olayın özü ise, adamın adı netleşince başbelam olarak, savcılık ifadesini almak için çağırtmış, adam da yok ben aramadım, yok iftira diyerek, kendisine iftira atmış olduğum gerekçesiyle bu kez benden şikayetçi olmuş! Hey yalebbim! Bu yüzden şüpheli konumunda ifadem alınıyormuş meğer. Ben de la havle çekip, savcının karşısında gayet helecanlı, kafası karışık, şaşkın ve bıkkın bir psikolog profili çizerek, ifademde, bu adamın adının çıkmasına şaşırmadığımı, daha önce de beni şikayet ettiğini, telefondaki sesin bu adama ait olmadığından emin olduğumu, ama bir başkasına yaptırmış olmasının kuvvetle muhtemel olduğunu, kendisinin aleyhine rapor verdiğimden bana duyduğu öfke ve husumeti anlayışla karşıladığımı ancak tekrar rahatsız edilmek istemediğimi anlatıp, şikayetçi olmayacağımı belirttim vik vik öterek. Savcı da saolsun aynen geçirtti tutanağa. Tabii, şikayetçi olup olmamak konusunda epey düşündüm ay napsam ki diyerek ama objektif savcı bir yüz ifadesi bile takınmadı fikrimi netleştirmeme yardımcı olacak:) Gerçi ilk şikayet esnasında da uzlaşma kağıtlarını imzalamıştım zaten, ne uğraşcam elin antisosyaliyle! Adam bir de utanmadan zeytinyağı gibi üste çıkıp, iftira diye şikayetçi olmamış mı, tam kafa kırmalık!
Neyse yapacak bir şey yok. İçimi en çok rahatlatan, çocuğun şimdi annesiyle birlikte yaşıyor olması. Ne kadar isabetli bir karar verdiğimi de bir anlamda teyit etme imkanı sağlamış oldu bu olay:)
Her olaydan olumlu bir ders çıkaran Polyanna arkadaşınız.
Şimdilik hoşçakalınız.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...