04 Ocak 2009

40 kez söylersen olur!

2008'e ilişkin anlatacaklarım ve 2009'a dair söyleyeceklerim var daha, ama ben bu yılın ilk gönderisini, 2008'de başıma gelen en güzel olaylardan birini anlatarak icra etmek istedim: 2004'ün son ayında aile mahkemesine atanıp da 2005'in Ocak ayının 3. günü göreve başladığım gün, hakim ve kalem mensupları beni biriyle tanıştırdılar: "al len rabia böcüğü, bu senin burada çalıştığın süre boyunca anandan babandan gardaşından sevdiceğinden daha çok görüp daha çok vakit geçireceğin, birlikte çalışıp birlikte rapor sunup birlikte görüş bildireceğin adam, nam-ı diğer pedagog!" mealinden bir tanıştırma... Ünvanı pedagogdu, bildiğim kadarıyla Türkiye'deki tek pedagoji bölümüne sahip olan İstanbul Üniversitesi, bölümü 80lerin sonunda kapatmış, dolayısıyla da Türkiye'de pedagog unvanıyla adam yetiştiren bir eğitim kurumu yoktu. Durum anlaşıldı ki, arkadaş Ankara'daki gazide ay pardon güzide bi üniversitemizin kimya öğretmenliği bölümünden mezun olmuş ve pedagojik formasyon denen bir kaç ders almış olmasından mütevellit, pedagog unvanı kendisine kondurulmuş bir arkadaştı. Bu konuda onun bir suçu var mıydı? Hayır. Suç kimdeydi? Yurdumuzun nadide bakanlıklarından Adalet Bakanlığı, Almanya modelinden etkilenip de orada "sosyal pedagog" unvanlı uzmanların olduğunu görünce YÖK'e resmi bir yazıyla "biz kime pedagog deriz Turkiye'de bacım?" diye bir soru sormuş ve bari bu konuda doğru bi iş yapın be adam dedirten YÖK de "eğitim fakültesi mezunlarına pedagog denebilir kanımca" diye geçerlik ve güvenirlikten yoksun bir yazı göndermiş, bunun üzerine Anadolu'nın bağrından kopup gelmiş ve KPSS sınavından aldığı 90 puanla kendisini süpersonik zeka sanan ne kadar kimyacı, biyolojici, teknik eğitimci arkadaş varsa pedagog kadrolarına akın etmişti. Velhasıl her bir mahkemenin pedagogu ayrı güzeldi, lakin benimki bir başka güzeldi..
Giriş kısım bu.. Önemli olan gelişme kısmı ise, tabii ki alınan bir kaç pedagojik formasyon dersiyle bu işin yapılamayacğı net olduğundan ve ne çocuk gelişimi, ne psikopatoloji, ne görüşme tekniklerinden haberdar olunduğundan, üstelik de bu zavallı çocukcağız, ben gibi bir psikopatın eline düştüğünden, geçirdiğimiz 3.5 yıldan bahsedeceğim size. İlk başta, "gel yavrum bana doğru, çekinme" diye yaklaştım. Baktım tık yok, hiç bir şey bilmiyor. Tamam dedim, öğretirim. Ev ziyaretlerine gitmeye başladık, koltuğa bağdaş kurup oturur. Uyarırım, möl möl bakar. Elli çeşit göz hareketi geliştirdim; hop! şişt pişt, abi napıyosun lan düzgün otursana elalemin evinde! Soru sormak ister, görüşme akışı bozulur. k'leri g olarak söyler, sorular anlaşılmaz, üstelik benim ters ters baktığımı fark edince kekelemeye başlar. Çay-kahve ikramlarında uçan tekmeyle sehpayı devirip "allaaam" dedirtir. Görüşmeye girmeden tuvaletten koşarak gelir, yüzünden sular süzülür ve elinde kısmen kurulandığı buruş buruş mendille, görüşeceğimiz kişinin elini sıkar, uygunsuzca dokunur. Karşıda kadın ne travmatik olaylar anlatıyordur, hüngür hüngür ağlayarak, ve orada trajikomik bişiy söyler, bu gülmeye başlar. E ben de hiper temiz, titiz, salon hanfendisi değilim ama edep var adap var! Velhasıl, ilk 3 ay baktım ki, kaderim böyle yazılmış, başka da çare görünmüyor, başladım mobbing'e. Nam-ı diğer, işyerinde duygusal taciz. Adamın canına okudum 3.5 yılda. Her görüşmeden sonra: onu sorma; sen sus! ben konuşcam! ay çok biliyosun sen, dünkü raporun çok eksik olmuş, de"leri ayrı yazman gerektiğini bilmiyo musun beah! sadece tvde altyazı okuyan adam bile şoförün şöför yazılmayacağını bilir, bu rapora ben imza atamam, git öyküyü tam yaz, geç kaldın, erken gittin, çocuğa öyle sorma, öyle yaklaşma, ne uygunsuz bir bakış, ne anlamsız bir soru, çok yanlış düşünüyosun, siz pedagoglar, ya aslında senin burada çalışmaman gerekiyo biliyosun değil mi, niye öğretmenlik yapmıyosun gül gibi, memlekete bir yere tayin istesene be! gibi. Mobbing yapmak da zor işmiş haa, adamı insanlıktan çıkarıyor bir süre sonra.
Velhasıl, 3.5 yıl boyunca ben bu adamı canından bezdirdim, lakin birlikte çok keyif aldığımız, çok önemli işlere imza attığımız, gözucuyla anlaştığımız, yani birbirimizi 0.3 mg. seviverdiğimiz zamanlarımız da oldu. Diğer mahkemelerdeki arkadaşlar, benim ne bahtsız olduğumu ve bunun acısını da zavallı çocuktan nasıl fitil fitil çıkardığımı bildiler. Bir dilek tutların baştacıydı o: gitsin istiyorum! Belki 40 kez söyledim bunu, 40 bin kez istedim ve sonunda oldu: canına okuduğum zavallı çocuk, tayin isteyerek geçen Kasım ayında memleketine gitti.
Ettiğim eziyetlerden haberdar olan diğer uzman arkadaşlar, B "ben gidiyorum" diye millete söylediğinde ya da onun tayinle ayrıldığını duyduklarında, gözler muzipçe bana kayıp "seni manyak, gönderdin en sonunda çocuğu" diye inceden sırıtsa da, valla gidiş nedeni ben değilim. İş ortamında mutsuzdu:), daha ağırlıklı olarak da ekonomik sebepleri vardı. Ama yine de, bazı bazı, içimde bir minik melek sızı, "oğlum çok mu abarttın aceba?" diyor, sonra şeytan sızı gelip "ne abartması beah, hem bak ne iyi oldu, senden ne çok şey öğrendi, o küçük şehirde güzel bazı işlere imza atar zannımca" diye dürtüyor.
Bu da böyle bir anımdır işte.

4 yorum:

r dedi ki...

kanımca en bombastik hareketi, terleyince, elini kafasının tepesinde yukarıdan aşağıya hızla indirip avucunda ne kadar ter/sıvı parçacığı olduğuna bakmasıydı. ahahha koptum ama anlatamadım..:) bu yorumu okuyanlardan ricamdır bu; rabişi gördüğünüz ilk yerde ona bu hareketi yaptırın ahaha..:))

KuzeyGüney dedi ki...

Kendisi 'giz grubunuz var mi' sorusuyla belleklerimize kazinmis bir insandir. Yolu acik olsun diyelim.
Rabiscim gozun aydin:)

Umut DURAK dedi ki...

kendisini bir tanıyan bir de tanımayan pişman. neden mi? tanıyanı yazıda uzun uzun okuduk ya, ben kendisi ile tanışmadan önceki zamanlarımı boşa geçmiş sayıyorum. bu kadar mı nevi şahsına münhasır olur bir insan.

yakınuzak dedi ki...

Yaaa bizim uzuuun diyirtavik sofralarına az meze olmamıştır kendisi, nereden nereye yahu!

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...