.jpg)
Anne-babaların tanışması ardından, kız tarafının telaşesi zati hemen başlamıştı. Annemle babam günlerce, uzak yoldan gelecekler, yemek mi ikram edilse, pasta-börek mi, menüde neler neler yer alsa, kim hangi saatte nereden alınsa nereye bırakılsa, Ayaş'tan gelecek misafirler şu saatte burda olsalar, kaça kadar yemek yenir içilir, oğlan tarafına hazır ve nazır hale gelinir, kaç gibi çıkılsa makul saatlerde evde olunur, oturma odasındaki kanepeyi salona alsak, divanı mutfaktan çıkarsak, evi nasıl genişletebiliriz? içerikli pek çok konuşma, görüşme ve derin düşünme süreçlerinden geçmişlerdi. Zaman içinde en pratik yollar keşfedildi. Ne de olsa ilk kızları evden uçuyordu, rabiakuşu'ndan sonrakilerde daha deneyimli olmuş olacaklardı netekim..
Ben Perşembe akşamı Eskişehir'e geldim, Cuma sabahtan annemin komşuları, arkadaşları toplaşıp sarma sararlarken, ben de salona yayılıp, hakime teslim edilmesi gerektiğini son dakka farkettiğimiz bir raporu 4 saatte zor bela tamamlayabilip, pedagoga e-mailledim. İçeriden gelen kahkahaları da hiç kıskanmadım, işim bitse, kafam kadar sarma sarabildiğimden, cıss ikazıyla, yaprakları ayırmak için tepsinin başına oturtulacağımdan, parmaklarımın buruş buruş olacağından emindim. Zati, ben raporu bitirdiğimde de onların işi bitmişti, ay ne tesadüf, hehe, annem duymaya yakar valla beni:)) Annem çok uzun zamandır denk gelip yiyemediğim, Malatyalı komşu dostlarından öğrendiği, tirit yapmış, kapış kapış yedik hep beraber. O da çok güzeldi. Akşam yatmadan önce de, ben yaparım diye atladığım un kurabiyesi işine daldım. Ve fakat millet, o margarini iyicene bi eritmeden unu koymamak gerektiğini deneye yanıla öğrendiğimden, sabah uyandığımda bileklerim ağrıyordu yeminle. Ne zormuş ayol hamarat olmak!
Cumartesi sabahı, ki o gün börekler açılacak, zeytinyağlı sarmalar sarılacak, pasta-börek işi Pazar telaşesine bırakılmayacaktı, annemle-babamın telaşeli sesleriyle uyandık: fırın bozulmuştu! Hah! dedk, tam sırası! Ancak Polyanna Sebahat ile Ömer ikilisi işi, "ay iyi ki bozuldu fırın, bak günaydın fırın'da pişirtiriz, kivir kivir olur tüm börekler, oh lime lime!" noktasına getirince, şenlik halinde kahvaltımızı yaptık. Kahvaltı sonrasında da ben, gelin kız olarak, Kleopatra misali bir takım bakım işlerine giriştim. Gelin kız olmak da ne süper şeymiş ayol! Hiç bi işe bulaşmıyosun, hep kendinle hep kendinle ilgileniyosun! O esnada mutfak ekibi yine bir araya gelmişti: Kezban teyze, Figen abla ve Zülüş sarmalarla uğraşırken, Dilek abla haşhaşlı-mercimekli böreğe hayat vermekte, annem tezgahta kıymalılarla uğraşmaktaydı. Babam da salonda oturup, tepsiler doldukça, onları fırına taşımaktaydı. İmece usulü.
Saat 3'e gelirken, Damat Umut Paşa gelip beni aldı ve biz otogara kuzucum Arzucuğumu karşılamaya doğru yola çıktık. Baktık daha otobüsün gelmesine vakit var, dereyi görmeden paçaları sıvayalım dedik ve Odunpazarı Belediyesi'nin Nikah Salonu'na bakmaya gittik. Kurşunlu Külliyesi'nin bir parçası olan ve Ortaçağ Dönemi'nden kalmışa benzeyen bu taş bina, ikimizi de büyülemişti, ordaki görevliden bilgi aldık, daha tadil edileceğini öğrendik "umarız mahv-ı perişan etmezler" diyerek ve "ay daha nerde nasıl evleneceğimiz belli değil" diye söylenerek, koşturup otogara gittik. Arzu'yu karşımızda görmek çok güzeldi. Eskişehir'e ilk kez gelme şerefine nail olmuş olan yavrımı kaptığımız gibi aç bilaç eve koştuk. Tam bir şeyler atıştırıyorduk ki, Mehmet ve Naci dayımlar, yengemler ve mini kuzenler teşrif ettiler. İşte o zaman çoktan 10 kişiyi aşmıştık ve evde hareket edecek pek bir yer kalmamıştı: biz ertesi güne beklediğimiz 50 civarı kişiyi kuş kadar evimizde nasıl ağırlayacaktık acep?
Bir miktar hoş beşten sonra, sosyalleşme insanı Umut, yengeme "yengecim", Naci dayıma "dayıcım" gibi hitap ve aşırı sıcak yaklaşımlarıyla, 10 puanları toplamaya başlamıştı, seni gidi seni. Sonra da Ankara'da bir cd'ye "oynıycaz alah oynıycaz" nidalarıyla attığı oyun havalarını benim laptop'a atmak için içeri odaya dalmıştık ki, Naci dayım, kapkara teni, bağrı açık gömleği ve ego dertsiz halleriyle aramıza dalıp, "yenikentli nadir", "peçenekli süleyman", "sincanlı serhat" gibi nadide bir takım isimleri lteratürümüze sokarak, bizi gülmekten heder etti. Hemen e-mule'den bu amcaların "piçipiçipiçieyyyhh"li müzikleri indirildi, "nişan" dısyasının içinde yerlerini aldılar :)
Umut'un yengemden aldığı "Ankara havalarında nasıl ayak hareketi yapılır?" eğitimi sonrasında bu kez Aslıtavığımı almak için otogara koşturduk. Aslıcım, havuç kafasıyla indiği otobüsten sonra, benim epey bir çulumu çırpmasının ardından, eve gitmeden direkt kendimizi Eskişehir'in gece hayatına vurduk. Abartmayayım, bi miktar Doktorlar ve Suboyu yapı, sonra Kirpi'de oturup bişiler içtik.
Gece eve döndüğümüzde, annemler ve misafirler muhabbetin gözüne vurmaktaydılar. Biz de önce bi miktar mercümekli börek, bi miktar sarma mideye indirip, biraz feysbukta ekirdeyip kikirdedikten sonra, "yarın erken kalkılacak, o yüzden şu dakka uyunacak" mottosunu benimseyip, yataklarımıza gömüldük. Ama tabii öncesinde, Zülüş'ün de tüm anlarını kameraya kaydettiği üzere, psikoloji camiasının dedikosunu yaptık: aaaaa, neeeee sesleriyle pek güldük, eğlendik, sanırım 1 gibi anca sızdık.
Ve evet nişan günü, tataaaam 13 Temmuz 2008-Pazar günü; annem tarafından "teyzenler Sivrihisar'ı geçmişler!" uyarısıyla gözleri bölertmeye çalışıyorduk ki, "Mustafa eniştenler de Gordion'u geçmişler!"le zıpladık:) Sonra cümbür cemaat bir kahvaltı, bol kahkaha, bende hafiften başlayan heyecan, oje sürme faslı, bu arada teyzem, anneannem, büyükbabam, eniştem ve kuziciğimin gelişi, ardından eniştemler, aaa karşımda Aysun ablacım, ne sürpriz, ne sürpriz:)
Önceden randevulaştığım kuaföre gitmeden önce, yüzüklere 50 metre kurdele bağlayıp zımbırtı tepsisini hazırladık. Yüzükleri bi evirdik, bi çevirdik, tamam didik: aşağıda "heeee" diyorum sanırım:
Ben Perşembe akşamı Eskişehir'e geldim, Cuma sabahtan annemin komşuları, arkadaşları toplaşıp sarma sararlarken, ben de salona yayılıp, hakime teslim edilmesi gerektiğini son dakka farkettiğimiz bir raporu 4 saatte zor bela tamamlayabilip, pedagoga e-mailledim. İçeriden gelen kahkahaları da hiç kıskanmadım, işim bitse, kafam kadar sarma sarabildiğimden, cıss ikazıyla, yaprakları ayırmak için tepsinin başına oturtulacağımdan, parmaklarımın buruş buruş olacağından emindim. Zati, ben raporu bitirdiğimde de onların işi bitmişti, ay ne tesadüf, hehe, annem duymaya yakar valla beni:)) Annem çok uzun zamandır denk gelip yiyemediğim, Malatyalı komşu dostlarından öğrendiği, tirit yapmış, kapış kapış yedik hep beraber. O da çok güzeldi. Akşam yatmadan önce de, ben yaparım diye atladığım un kurabiyesi işine daldım. Ve fakat millet, o margarini iyicene bi eritmeden unu koymamak gerektiğini deneye yanıla öğrendiğimden, sabah uyandığımda bileklerim ağrıyordu yeminle. Ne zormuş ayol hamarat olmak!
Cumartesi sabahı, ki o gün börekler açılacak, zeytinyağlı sarmalar sarılacak, pasta-börek işi Pazar telaşesine bırakılmayacaktı, annemle-babamın telaşeli sesleriyle uyandık: fırın bozulmuştu! Hah! dedk, tam sırası! Ancak Polyanna Sebahat ile Ömer ikilisi işi, "ay iyi ki bozuldu fırın, bak günaydın fırın'da pişirtiriz, kivir kivir olur tüm börekler, oh lime lime!" noktasına getirince, şenlik halinde kahvaltımızı yaptık. Kahvaltı sonrasında da ben, gelin kız olarak, Kleopatra misali bir takım bakım işlerine giriştim. Gelin kız olmak da ne süper şeymiş ayol! Hiç bi işe bulaşmıyosun, hep kendinle hep kendinle ilgileniyosun! O esnada mutfak ekibi yine bir araya gelmişti: Kezban teyze, Figen abla ve Zülüş sarmalarla uğraşırken, Dilek abla haşhaşlı-mercimekli böreğe hayat vermekte, annem tezgahta kıymalılarla uğraşmaktaydı. Babam da salonda oturup, tepsiler doldukça, onları fırına taşımaktaydı. İmece usulü.
Saat 3'e gelirken, Damat Umut Paşa gelip beni aldı ve biz otogara kuzucum Arzucuğumu karşılamaya doğru yola çıktık. Baktık daha otobüsün gelmesine vakit var, dereyi görmeden paçaları sıvayalım dedik ve Odunpazarı Belediyesi'nin Nikah Salonu'na bakmaya gittik. Kurşunlu Külliyesi'nin bir parçası olan ve Ortaçağ Dönemi'nden kalmışa benzeyen bu taş bina, ikimizi de büyülemişti, ordaki görevliden bilgi aldık, daha tadil edileceğini öğrendik "umarız mahv-ı perişan etmezler" diyerek ve "ay daha nerde nasıl evleneceğimiz belli değil" diye söylenerek, koşturup otogara gittik. Arzu'yu karşımızda görmek çok güzeldi. Eskişehir'e ilk kez gelme şerefine nail olmuş olan yavrımı kaptığımız gibi aç bilaç eve koştuk. Tam bir şeyler atıştırıyorduk ki, Mehmet ve Naci dayımlar, yengemler ve mini kuzenler teşrif ettiler. İşte o zaman çoktan 10 kişiyi aşmıştık ve evde hareket edecek pek bir yer kalmamıştı: biz ertesi güne beklediğimiz 50 civarı kişiyi kuş kadar evimizde nasıl ağırlayacaktık acep?
Bir miktar hoş beşten sonra, sosyalleşme insanı Umut, yengeme "yengecim", Naci dayıma "dayıcım" gibi hitap ve aşırı sıcak yaklaşımlarıyla, 10 puanları toplamaya başlamıştı, seni gidi seni. Sonra da Ankara'da bir cd'ye "oynıycaz alah oynıycaz" nidalarıyla attığı oyun havalarını benim laptop'a atmak için içeri odaya dalmıştık ki, Naci dayım, kapkara teni, bağrı açık gömleği ve ego dertsiz halleriyle aramıza dalıp, "yenikentli nadir", "peçenekli süleyman", "sincanlı serhat" gibi nadide bir takım isimleri lteratürümüze sokarak, bizi gülmekten heder etti. Hemen e-mule'den bu amcaların "piçipiçipiçieyyyhh"li müzikleri indirildi, "nişan" dısyasının içinde yerlerini aldılar :)
Umut'un yengemden aldığı "Ankara havalarında nasıl ayak hareketi yapılır?" eğitimi sonrasında bu kez Aslıtavığımı almak için otogara koşturduk. Aslıcım, havuç kafasıyla indiği otobüsten sonra, benim epey bir çulumu çırpmasının ardından, eve gitmeden direkt kendimizi Eskişehir'in gece hayatına vurduk. Abartmayayım, bi miktar Doktorlar ve Suboyu yapı, sonra Kirpi'de oturup bişiler içtik.
Gece eve döndüğümüzde, annemler ve misafirler muhabbetin gözüne vurmaktaydılar. Biz de önce bi miktar mercümekli börek, bi miktar sarma mideye indirip, biraz feysbukta ekirdeyip kikirdedikten sonra, "yarın erken kalkılacak, o yüzden şu dakka uyunacak" mottosunu benimseyip, yataklarımıza gömüldük. Ama tabii öncesinde, Zülüş'ün de tüm anlarını kameraya kaydettiği üzere, psikoloji camiasının dedikosunu yaptık: aaaaa, neeeee sesleriyle pek güldük, eğlendik, sanırım 1 gibi anca sızdık.
Ve evet nişan günü, tataaaam 13 Temmuz 2008-Pazar günü; annem tarafından "teyzenler Sivrihisar'ı geçmişler!" uyarısıyla gözleri bölertmeye çalışıyorduk ki, "Mustafa eniştenler de Gordion'u geçmişler!"le zıpladık:) Sonra cümbür cemaat bir kahvaltı, bol kahkaha, bende hafiften başlayan heyecan, oje sürme faslı, bu arada teyzem, anneannem, büyükbabam, eniştem ve kuziciğimin gelişi, ardından eniştemler, aaa karşımda Aysun ablacım, ne sürpriz, ne sürpriz:)
Önceden randevulaştığım kuaföre gitmeden önce, yüzüklere 50 metre kurdele bağlayıp zımbırtı tepsisini hazırladık. Yüzükleri bi evirdik, bi çevirdik, tamam didik: aşağıda "heeee" diyorum sanırım:
Ben gelin kız olarak, süslenmiş, püslenmiş, iltifatları kabul etmekte ve ortalıklarda kırıtmaktaydım ki, meğersem saat 3'e gelir olmuş, oğlan tarafı geldi! Hem de ne geliş! Kocaman bir çiçek, alengirli çikolata, ve bembeyaz dantelli bohçalarla, yani anlı şanlı!:) Misafirlerimizin gelişinden itibaren ilk 5 dakika bence çok komikti. Ortalıkta bir takım boş yerler vardı ve fakat çoğu kişi ayakta kalmıştı, hiç kimsenin de bu duruma ilişkin napılacağına dair bir fikri yoktu. Emrah'ın "Rabia biz nereye geçelim?" sorusu karşısında bön bön bakınmaktaydım ki, Damat Umut Paşa beni çekti, götürdü, salonun orta bi yerine oturduk ve hemencecik sevgili kayınpederim İhsan Amcacım, güzel ve heyecanlı olduğu her halinden belli bir konuşmayla olaya girişti! Süperdi, çünkü kimse bu kez nereye oturacak derdi olmadan, tam tamına 50 kişi (hehe) salonda ayakta, nişan anına tanıklık etti. Sonrasında, zaten herkes evin bir köşesine dağıldı ve bizim ev 52 kişi kapasiteli olabileceğini kanıltamış oldu, koçum benim:)
İhsan Amca süper bir konuşma yaptı, sonra da nazik bir geçişle, sözü Umut'un amcasına ve benim büyükbabama bıraktı. Onlar da yüzüklerimizi taktılar, berber olan kısasaçsever büyükbabacığım baktı ki 50 metrelik bir kurdele söz konusu, iki yüzüğün ucuna bağlanmış kurdeleleri dibinden kesiverdi, pek pratik oldu:)
Sonra da Umut'un, siparişi verdikten 2 dakka sonra koşarak pastaneye dönüp adama "oraya Rabia yazılcak, aman diyim, Rabiya yazarsanız o pastayı tek başıma bana yedirir" diye, otoriteme boyun eğdiği (kehkeh) pastamızı kesip, ağzı-burnu büke büke yemişiz görüldüğü üzere:
Güzel dileklerle ve en kısa zamanda görüşebilme temennileriyle evden ayrılan oğlanevinin, kızevinin erkekleri tarafından dışkapıdan da yolculanması ardından, tabii ki noldu? Kızevinin tüm hatunları, hurrraaaaaaaa! salon masasının başına üşüşüp, bohçalara saldırmasınlar mı? He he, abartmayayım, herkes aceba neler gelmiş merakıyla birer birer bohçaları mıncıkladı. O bohçalardan neler çıktı neler: zaten bohçalar dantelleriyle başlı başına birer el emeği göz nuruydular, ben de çok anlarım ya dantelden. Süper olduklarını evin büyüklerinden duydum, ezber ettim. Efenim, alengirli seccadeler, oyalı yemeniler, rengarenk patikler, namaz örtüleri, havlular.. hangi birini anlatsam:) bana gelen ve en güzel olduğu her halinden beli olan (hehe) bohçacığıma ise benim ulaşmam mümkün olmadı etrafındaki halka nedeniyle:) bu bohça geleneğini boşa koymamışlar valla, insan doğumgünü çocuğu gibi mutlu oluyor, kalbi neşeyle doluyor:P Yükselen vohohohouvvvv seslerinden benimkinin içinden çok cazibeli bişiler çıktığı hemen annaşıldı ve büyükbabamın arkada oturduğu hatırlanarak eski edep ve adaba bürünüldü:) Nişanın sonunda ben aşağıdaki gibiydim: güç yüzüğü parmağında, yorgun ama mağrur ve gururlu genç kadın şöyle der: aman bre deryalar, biz nişanlıyız!
12 yorum:
Allahım benim de bir destanım oldu. Kuzum daha güzel anlatılamazdı. Ellerine sağlık.
Vallahi bir solukta okudum. oğlant arafından olduğumdan bohça açma sahnesini kaçırdığıma yanmaktayım. Allah sizleri bir yastıkta kocatsın.
anam nişanda bu kadar yazan düğünde kimbilir ne uzunlukta yazar korkmaktayım okumaktan..:)
sardığım sarmalar, termosgirl edasıyla koyduğum çaylar, gerek ve yeter sayıdan bayağı bi fazla kişiye sürdüğüm ojeler, yaptığım saçlar helal rabiettinim, mutlu kuzum benim..:))
tebrikler tebrikler tebrikler.. aramıza katılmaya bir adım daha yaklaştın:) güç yüzükleriniz hayat boyu sizlere mutluluk getirsin canım arkadaşım:)
ehuahuh bak şimdi bohça açma kısmını kaçırmışıs olcak iş mi ..dedim sana diidem kız tarafına geçelim diye..hhahahahah... ylanız hakikaten evin kapasitesine hayran kalmış bulunmaktayım.. o kadar sıcakta:) bu arada sarmalar harikaydı tek kelimeyle ve baklava... ama favori elbetteki kurabiyelerdi :P heheh allah tamamına erdirsin şekercim..ehheuehu
Önce, kurabiyeler sarmalar derken karnımın acıktığını mı söylesem; tebrik ettiğimi mi acaba? :)
Rabişim, mutluluklar dilerim. Hani denir ya, tamamına erin, bir yastıkta kocayın, kumlanın (üremek/ çoğalmak anlamında kullanılırmış, ehe).
Rabişim,
Öyle güzel yazmışsın ki oradaymışım gibi oldu valla:)
Peçenekli Süleyman'da oynayamadığıma mı yanayım, bohçaların başında çocuklar gibi şenlenemediğime mi yanayım, Zü'nün sarmalarını kaçırdığıma mı yanayım, yanınızda olamadığıma mı...
Kuzum, tekrar tekrar mutluluklar, güzellikler.
:)))
cok cok cok guzel olmus!
mutluluklar!
:))
Oh aynen orda gibi oldum yani:) Bizim nişana benziyor anlattıkların, kendiminkini anlatmamıştım kimselere, ondandır zahir detaydaki anları unutmaktan korktum senin destanını okuyunca:)ne iyi yapıyorsun yazıyorsun keyifli keyifli...
İkinizi tebrik ediyoruz ve aynı bu yaşadığınız mutluluğun 1milyon beşyüz baloncuk katını diliyoruz:)
Oğlum,
Niye benim tepsiyi tuttuğumu filan yazmıyosun ya, bak yardımcı kadın oyuncu gibi hissettim kendimi...
rabişçiiim çok çok güzel olmuşsun, hayırlı uğurlu olsun, güzelliklerle devam etsin hayatınız, öpüyorum
bir arayıp da tebrik edemedim yahhhuuu.ne ayıp yaaa.gelemedik, malum ziyaretlerimiz vardıııı.çoook tebrik ederiz, allah tamamına erdirsin cicim.nişanlılık zor bi iş.
Yorum Gönder