
30 Haziran 2007
Hizmette sınır yok!

26 Haziran 2007
Ayaş yollarından aştım da geldim...


Bir kilo da orada kiraz tükettim. Babamla merdiven ayarlaması yaptık, ben şakıdıkça, o da beni "kızımmmm, yavaşşş, burası Ayaşşşş" diyerek usturuplu olmaya davet etti, ben de davete icabet ettim.
Düdük eniştem, gölü kendi malı ilan ettiğinden beri sulama için her yere büyük borular koymuşlar. Büyükbabamın önceden çilek ektiği yerlerden zıpladım. Önceden, tek bir sarı ot göremeyeceğimiz bahçe virane olmuş.
Sonra, çeşmede elimizi yüzümüzü yıkadık, annem "ayaklarını ıslatma, çamur olur sonra" diyerek uyardı; anne, 27 yaşında da anne.
Babam arabayla döndü, biz yine yürüdük eve. Kuzenlerden biri sözleniyor, biri evleniyor, yeni ev alanlar filan. Annemin, kime ne takılacak, kime ne alsak hesaplamaları eşliğinde eve döndük. Akşam yemeğinden sonra, herhalde 5 kilo kiraz yememle alakalı olarak, bünyemi saran karın ağrısı ve şişlikle birlikte, metabolizmayı da alt üst ettim, hayırlı uğurlu olsun dedim.
Ertesi sabah babam ve annem erkenden kalkıp evin bahçesindeki

Sonra her yeri kontrol ettik, herkesle vedalaştık, babaannemi de alıp, Ankara'ya, pişe pişe halamlara doğru yola koyulduk..
Etiketler:
aşktan daha karmaşık olan tek şey ailedir,
ayaş
22 Haziran 2007
Dumurlara vesile olmak...

Unutmak istemediklerim-1

17 Haziran 2007
Başımı ağrıtıyor..

11 Haziran 2007
İsim sorunsalım...

Adımı büyükbabam koymuş. Onun koymuş olması adımı çok sevmem için başlı başına bir neden zaten. Annem beni bir güzel doğurmuş, sonra da, evin ilk oğlan çocuğunun çocuğuna (esaslı torun yani:P) konulacak isim herkesçe düşünülmüş, büyükbabam herkese fikrini sırayla sorduktan sonra da kimseyi sallamayıp kendi bildiğini yapmış ve ben Rabia olmuşum. Söylenmesi kolay, yazımı çoğunlukla problem oluşturan (Rabiya değil anacım, Rabia! diye çığırmak istiyorum bazı bazı) bir isim sahibi olarak, çeşitli travmatik anılarım oldu maalesef. İlkokulda Çiğdem adlı bir arkadaşımın bana "Labila" demesiyle ben bir insanın ismi nasıl yanlış telafuz edilebilirmiş, bunu ilk kez öğrenmiştim, ki bunu sindiremeden, hemen ardından "kurabiye" geldi. "Kurabiye ne len?" demek istiyorum, buradan sesleniyorum, "Rabiye kurabiye, eki eki" diye saçmalarken beni içten içe küfrettiren, azıttıran, küstüren, göz yaşlarımı içime akıttıran:P tüm çocuklara! Bununla ilgili kafamdaki en net görüntü, Ayaş'ta teyzemlerin evinin önünde renkli istop oynarken, ilk kez tanıştığım bir kızın bana kurabiye deyip, topu fırlatması ve gülerek kaçması olmuştu. Bu ne cüret yav? Kanki olalım, sonra geç dalganı güzel kardeşim!
Ardından türk filmi özümseme sürecinde devreye Hazreti Rabialar girdi. Ne Fatma Girik'liğim kaldı, ne Hülya Koçyiğit'liğim. Bu arada, elbette Rabiş sıklıkla kullanılmakla beraber, Rabiuuuu, Rabiiiii! şeklinde de çağrılmışlığım oldu, özellikle büyükbabalarımca. Anadolu Lisesi ve İngilizce'nin ben ve tıfıl sınıf arkadaşlarımın yaşamına girmesiyle, benim ad bu sefer "rubbishbox"a evrildi. Esasında bu süreçte sanırım ben de gülmelere eşlik ediyordum, özgüven mi, savunma mekanizması mı bilemeyerek..
Tüm bu evrilme potansiyeline rağmen, adımı seviyorum. Birincisi, büyükbabamın en güzel ve en kişisel anısı bana.. Sonra, tek tük var (yaşamdaki tek derdim ya, tek olmak).. Sonra, Sinekli Bakkal'ın kahramanıyım ben. Sonra, anlamı ilginç. İlginç de değil de, alışılmadık diyelim. Rabia Arapça'da dördüncü demek. Bir isim ve en önemlisi de bir din için önemli bir isim olmasının sebebi, ilk kadın evliya Rabia'nın, ailenin dördüncü çocuğu olmasıymış. Duyduğumda "bu kadarcık mı yav?" diye şaşırmıştım. Tabii her isme kondurulan güzel, özel, parlak, ıvır kıvır gibi anlamlara geldiği de yazıyor kıytırık isim sözlüklerinde. Ama elbette büyükbabamın motivasyonu, dini bir isim olmasıydı muhakkak.
Bu motivasyonun yol açtığı beklentileri karşılamamış olsam da:) buna ilişkin ön yargısı, daha doğrusu adı üstünde "ön yargısı" bol bir ülkenin insanları olarak, düzenlediğimiz bir kongre için mailleştiğim bir adamla ilk tanıştığımız an, elini ağzına götürecek kadar çok şaşırmış, "ben seni türbanlı zannettim" demişti. İlginç, bence. Maillerin altını elhamdülillah diye imzalasam, neyse:) Mehmet, Abdullah, Hüseyinleri beş vakit namaz kılıyor kabul etmekte miyiz isimlerini ilk duyduğumuzda? Hayır. Baş örtülü hayal edilmekten/zannedilmekten imtina edeceğimden değil, hayal kırıklığının eşlik ettiği cahil cühela yüz ifadeleri görmekten, sıkıntım.. Bu belki de, genel başörtüsü yaklaşımıyla, başörtülü kadın görüldüğünde zihinde yığılan ön yargılarla alakalı bi şeydir, bilemiyorum, bulamıyorum. Belki ileride bulurum.
İmza: Rabia
07 Haziran 2007
Çarpıcı.
"Ne yazık ki ben çok talihsiz bir çocuğum, çocuklar şımarırdı ama ben şımaramazdım, yoksa babam döverdi" diyen Tunahan'ı anımsayarak...
05 Haziran 2007
Vakti zamanında...
demişim ki "bu köşe İstanbul köşesi olsun".. Nasip kısmet bu gün, bu saatlere imiş kardeş.. Yalebbim şükür diyerek, tevekkül kokan satırlarıma son verdikten sonra, niyeyse pek eğlendiğim İstanbul şehrine son seyahatimin (12-13 Mayıs, 2007; ahahayttt! çok rabia çelebiyim ya) fotoğraflarını buraya koymak, bir-iki kelam etmek istiyorum. Kimseye komik gelmeyecek, saçma sapan şeylere çok güldük kızlarla, bunları unutmamak istiyorum, hep hatırlayayım, olmadık yerlerde aklıma gelsinler, beni rezil etsinler istiyorum.. Artık kısa cümleler kurmak istiyorum:
Arzuların yeni evinde öyle malak gibi yattık Berfu'yla.. Şekerim insan yolculukta serseme dönüyo vallahi, feleee şaşıyo. İşte benim fantastik İstanbul seyahatim böyle başladı:
Berfu'nun gamaradan (boşanma davası için görüştüğüm bi kadın böyle diyordu, kameralı cep telefonuyla ortaya çıkmış, kocasını aldattığı; ev ziyaretinde habire "gamarası şöyle, gamarası böyle" diyordu, hiç evden çıkmayan bir kadın, napcaksa gamaralı telefonu:)) hiç bir şey görünmüyo..

Sonra eve güneş doğdu, kendimize geldik. Arzu'nun yeni evi çok güzel, kırmızı dolaplı mutfaklı, pek şahane banyolu, yeri çok güzel, çıkmaz sokakta, sakin, huzurlu...
İşte Hodbin.. Minnacık olduğu zamanlarda kendisi korkulu rüyamdı. Biz Aslı'yla erkenden kalkardık. Bacaklarıma atlardı, cırlardım, evdekiler uyanırdı, hehe:) Aslı, olm biz niye erken kalkardık?
Sonra günlerden bir gün, Rumeli Hisarı'nın orada Bengühan diye bi yerde kahvaltı yaptık. Öküz gibi yeme potansiyeline sahip 4 kişi, hayvanlar gibi ekmek tükettik. Ohanzi! dedik kendimize.
Nihayet doyduk ve gamaraya gülümsedik:
Ben:
Bu arada su istedik, adam yanımda görülen Erikli su şişesini getirdi. Damacana getirmediğine şükür dedik. "Bu kadar ekmek yedilerse, Allah bilir ne kadar su içerler" diye düşünmüş olabülür.


Sonra yürüdük bi yerlere: Klasik gamara çekimine devam. Şimdi sen çek, şimdi ben. (Gamara derken g'yi genizden çıkarmaya dikkat edelim lütfen, tınıyı bozmayalım.)

Biz İstanbul'larda fink atarken, özlediğimiz Özlem Finlandiya'da, Porvoo şehrinde:
Bahar şenliklerinde:
Yine ortamlara akmakta:
17 fotoyu bloga aktarmak zor işmiş, ben bugün bunu gördüm.
Nihayet doyduk ve gamaraya gülümsedik:
Berf:
Bu arada su istedik, adam yanımda görülen Erikli su şişesini getirdi. Damacana getirmediğine şükür dedik. "Bu kadar ekmek yedilerse, Allah bilir ne kadar su içerler" diye düşünmüş olabülür.
Sonra yürüdük bi yerlere: Klasik gamara çekimine devam. Şimdi sen çek, şimdi ben. (Gamara derken g'yi genizden çıkarmaya dikkat edelim lütfen, tınıyı bozmayalım.)



03 Haziran 2007
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)