26 Haziran 2007

Ayaş yollarından aştım da geldim...

Hafta sonu, annemlerin babaannemi de alıp Ayaş'a gelmeleriyle birlikte, ben de evimi annemin "bu ne pis eeeeeev!" çığırmalarını normal ses düzeyine getirtebilecek şekilde temizleyip, adam eder etmez, doyduğum yerden kalkıp, doğduğum yere gittim. Yani Ayaş'a.. Dört yaşına dek yaşadığım, Eskişehir serüvenimizin başlamasıyla da her yaz tatilini muhakkak geçirdiğimiz yere. Afrika sıcakları eşliğinde yapılan bir saatlik otobüs yolculuğundan sonra, Karakaya kısmına tırmanırken, ne kadar özlemiş olduğumu fark ettim.. Eve varıp, kucaklaşma ve koklaşma, ardından da bir miktar mutfaktaki kiraz ve kayısılardan otlanma faslının ardından, iki adım ötedeki, anneannemin eve koşarak, hazinenin kaynağına ulaştım: bahçedeki kiraz dalları! Ohanzi! dedirtecek düzeyde kirazı mideye indirmemle gözüm ve gönlüm açıldı. Yaz elmaları olmuştu, karadutlar daha pembe pembeydi, dayımın diktiği çiçekler bile açmıştı, yukarıdan teyzemin "kız, sarıııı!" sesiyle de yukarı çıkıp, bir miktar Beypazarı kurusu kemirmemle birlikte, kıtlıktan çıktığı net anlaşılabilen ben, anneciğimin elinden tutup, illa ben arabayla gideceğim diye tutturan babama gülerek, kuyucak yoluna doğru seyirttik. Aaaah Kuyucak! Çocukluğum, ergenliğim sende geçti, senin asırlık dut dallarına kurulmuş salıncaklarda hız yaparken sağa sola kiraz çekirdeği püskürterek, gölgelerinde test kitapları içinde kaybolarak, en sevdiklerimle fındığın altında güveçler, gözlemeler, dut dibi siyerler tüketerek, dut yapraklarının içine çamur koyup, sarma yapıp, evcilik oynayarak, akşam ayazında eve dönüş zamanı mutlaka yeni bir oyuna başlayarak, kimsenin beni anlamadığı(!) zamanlarda kitabımı alıp uzaklara dalarak, basket maçında şalvara takılıp tepetaklak düşerek, kolu bacağı yararak; sende geçti en delü anılarım... Böyle güzel güzel geldik kuyucağa, ama tabii ki gördüklerim beni pek de şaşırtmadı. Büyükbabamın vefatıyla aklımın almakta zorlandığı bozulan ilişkiler eşliğinde fütürsuz konuşmalarla yapılan miras paylaşımları, ve bunun getirisi yıkık dökük bir kuyucak... Asıl zaman geçirdiğimiz anneannemin olan taraf ise, bırakıldığından beri ayrı bir harabeye dönüşmüş. Salıncak kurduğumuz dut dalları kesilmiş, iki dal arasına ip gerip voleybol oynarken, anneannemin mütemadiyen "fidana dikkat" dediği ve topun nedense sıkça ve sertçe çarptığı dut fidanı neredeyse en büyük ağaç haline gelmiş... Fındığın altı boş. Kuzenimin çömlekten bulgur pilavı aşırması geldi aklımıza, çok güldük. Babaannemin deyişiyle tetçe kardeşim ve tetçe kuzenimin, salıncakta sallanan diğer munis kuzenim ve munis(!) kardeşim fark etmeden salıncağın ipini kesmeleri.. Dayımların güveç partisi esnasında devamlı gelip yalanan bir kedinin üstüne Naci dayımın su dökmesi, kedinin tutup tüm sularını saçalayarak güvecin üstünden atlaması, diğer dayımların da Naci dayımın üstüne atlamaları.. Anneannemin kiraz ağacından düşüp, "amanın patateslere bir şey olmadı ya" diye bizi koparması, off, anılar, anılar. Ama hiç bir yer eskisi gibi değil artık, hem hiç kimse yok.. Bu anılar taptaze kalacak zihinlerde ve biz her hatırlayışımızda yine sarsıla sarsıla güleceğiz, aynı şeyleri tekrar tekrar anlatacağız, sakız yapacağız. Maziye yolculuğumuz devam ederken, tenekeye düşen kiraz tanelerinin sesiyle babamın işe koyulduğunu anladık ve diğer tarafa geçtik.
Ahanda, Enver amcamın kirazlar na böle, koca kocaydı:P
Bir kilo da orada kiraz tükettim. Babamla merdiven ayarlaması yaptık, ben şakıdıkça, o da beni "kızımmmm, yavaşşş, burası Ayaşşşş" diyerek usturuplu olmaya davet etti, ben de davete icabet ettim.
Düdük eniştem, gölü kendi malı ilan ettiğinden beri sulama için her yere büyük borular koymuşlar. Büyükbabamın önceden çilek ektiği yerlerden zıpladım. Önceden, tek bir sarı ot göremeyeceğimiz bahçe virane olmuş.
Sonra, çeşmede elimizi yüzümüzü yıkadık, annem "ayaklarını ıslatma, çamur olur sonra" diyerek uyardı; anne, 27 yaşında da anne.
Babam arabayla döndü, biz yine yürüdük eve. Kuzenlerden biri sözleniyor, biri evleniyor, yeni ev alanlar filan. Annemin, kime ne takılacak, kime ne alsak hesaplamaları eşliğinde eve döndük. Akşam yemeğinden sonra, herhalde 5 kilo kiraz yememle alakalı olarak, bünyemi saran karın ağrısı ve şişlikle birlikte, metabolizmayı da alt üst ettim, hayırlı uğurlu olsun dedim.
Ertesi sabah babam ve annem erkenden kalkıp evin bahçesindeki dutu çırpmışlar. Sonra da kahvaltı ve hazırlıklar, dönüş süreci. Teyzem gelip, beni bu kez kendi evine götürüp kiraz toplattı, en süper kiraz teyzeminki bence. Ayrıca, bana kendi yaptığı gözlemelerden ve dut pekmezinden de koydu. Çıkınım hazırdı, yola çıkabilirdim, Keloğlan misali:P Ayrıca anneannem bana bir adet düğün hediyesi verdi, hehe, çok eskilerden kalma bir, bakır kapaklı tas. "Anneanne ne iş? evlenmiyorum ki ben" diyorum, "olsun, sen evlenene dek ben ölürüm belki" diyor, mesajı alıyoruz cümleten. Böylece annemin "sen onu bana ver bakiyim, kaç zamandır bu tası soruyorum bak, senin için saklıyormuş demek ki" diye sarktığı ilk düğün hediyemi de almış bulundum cingöz anneannemden.
Sonra her yeri kontrol ettik, herkesle vedalaştık, babaannemi de alıp, Ankara'ya, pişe pişe halamlara doğru yola koyulduk..

3 yorum:

Umut DURAK dedi ki...

Ohhh be, okudum :)

r dedi ki...

annem hala aynı tasta.. 'anneannen yedi beni oyalamış yıllardır yok yok diye' diyip duruyo :D merak ettim valla tası. onu da salondaki tv.nin üzerine koy, bremen mızıkacıları olsun diyerek hem dalga, hem uyuzluk hem de öküzlük yapıciim.. dayanamıciim.. kuru üzümlü tabanları ısıtarak affettirebilirim belkim kendimi :)

Adsız dedi ki...

ya sen bana niye munis dion da halla halla.. ben munis miyim ki.. ben çocuktum o zamanlar ne biliim agactaki hiyarlarin ipi kesiceini..neese bosver parantez ici unlemin anlamini biliom heralde bu durumda munis olmuom ama sen bana bunları benim diş tellerim var die yapıon dimi araya diş tellerimi sıkıştırıp seni deli ediyim de nolur noolmaz.. ayrıca yazının tamamını okumadım ben.. ayaş hakkında uzun ve sıkıcı bi yazıya nasıl katlanabilirim ki:))euhehiha..yahi yahu..

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...