30 Temmuz 2007
23 Temmuz 2007
Beymen gezi notları..

19 Temmuz 2007
Hepi börtdey Arzu!
Hah, bu arada neydi? Ingeborg Bachmann'ın "Otuz Yaş"ı okunacak. Ve evet, sıradaki şarkı Arzu için geliyor, la la la la, eller havaya:
17 Temmuz 2007
Yar saçların lüle lüle


Sonra da bana Eskişehir-Tepebaşı'nda otururken pencereden seyretme lüksüne sahip olduğumuz bir düğünü anımsatan harikulade Kafkas danslarıyla bezenmiş bir başka nikah töreni.. Çok değişik ve çok güzel, ve benim umarım yanlış anlamadığım kaçan narin kız-kovalayan haşin erkek konseptiyle çok da özeldi. Çok özendim. Ara ara izlediğim/rastladığım, buz pateni, tango, cimnastik gibi özel yetenek isteyen ve "len keşke ben de yapabilseydim" dedirten her türlü fraksiyonel işe sarktığım gibi, kafkas dansına da bir özendim, pir özendim. O günün gecesi, fasılda da bir güzel içtim, ordan çıkıp, Old bilmemnede de güzelce içmeye devam edince; bir birayla bile çakırkeyif olma ve hatta kafayı bulma, böylece işi ucuza kapatma lüksüne sahip olan ben sınırları zorlayıp hayatımda ilk defa güzel muhabbetin de etkisiyle beş birayı (allaaaam inanmıyorum, tam tamına 5, yazıyla beş) devirince, ertesi gün kendime zor gelebildim. Parça pinçik hatırlıyorum son süreçleri.

En güzeli kızlar burada.. Özlem Finlandiya'dan döndü ve bir haftalığına Ankara'da. Arzu da, benle aynı işi yapan bir insan olarak, canına yandığımın bakanlığı, işe başladıktan 2.5 yıl sonra bize hizmet içi eğitim vermeye karar verdiğinden, Ankara'ya eğitim için geldi. Her sabah, kör vakitte, İncek'te Adalet Akademisi'nin yolunu tutuyoruz. Ben yine her şeye itirazı olan insan modeli, idari hakimine, öğretim üyesine kafa tutuyorum, ters nazarlara maruz kalıyorum, ama bu durumdan mutsuz muyum?: Nayır. Çünkü kızlar buradalar (keşke Aslı da olsaydı:() ve dün gece 2'ye dek Berf, Özlem, Arzu, Zü ve ben muhabbetten muhabbete koştuk. Uzaktayken yaşananları, yaşamlarımıza yeni katılanları, katılımından memnuniyet duyulanları, katılımları kafa karıştıranları konuştuk. Gülüştük, bağrıştık, şaştık, kaldık.
11 Temmuz 2007
Şu aralar...

07 Temmuz 2007
Unutmak istemediklerim-2

Hayatım boyunca, dün sabahki çocuk tesliminde yaşadıklarımı ve hissettiklerimi; iki yıldan fazladır, boşanma davasıyla başlayıp ceza davalarıyla süren adliye günlerinden ve 2 yıldır çocuğunu görememekten tükenmiş baba C.B.'yi, sabahın kör vakti savcılık aracıyla son gaz eve varışımızı, anne ve ailesi evde oldukları halde kapıyı açmayınca gidip polis alışımızı, eşzamanlı çilingir çağırışımızı, ekiple geri döndüğümüzde, bunca çocuk teslimi yaşantımda ilk defa şahit olduklarımı; çilingirin epey zorlanarak açıp arkasında birilerinin dayandığını anladığımız kapıyı polislerin yüklenerek açmalarını, muhtemelen başka bir komşuya kaçırılan çocuk ve anneyi evin her noktasında arayıp bulamayışımızı, ev hanesindekilerin hepimize ve tüm akrabalarımıza küfredişlerini, dışarı çıktığımızda babanın isyanını, bu sefer bize yönelmiş öfkesini, çilingirin ve şoförün şahit olduklarına şaşkın bakışlarını, bir polis memurunun "ama bak ben de çocuğumu 5 yıldr göremiyorum" diye teselli edişini(!), diğerinin "o gadını yatıracan vereceng zopayı vereceng zopayı" diyerek bana bakıp gülmemi beklemesinden duyduğum mide bulantısını, yarım saat "beni anlamıyorsunuz, ciğer bu ciğer, çocuğum içeride" diye ağlayan babayı arabaya bindiremeyişimizi, camlardan sarkıp bizi izleyen site ahalisini, "yalancısın sen, bıktık artık senden, koca devlet bir serseriyle baş edemiyor mu yav?" diye koşup gelen yöneticiyi, karakol ekiplerince de geçmiş sabıkaları ve son gelişinde çocuğu alamayışında evin camlarını indirişi nedeniyle yakınen tanınan ve zaten "arızalı" damgasını çoktan yemiş olan, ama "baba" olduğu hep unutulan adamın itip kakılarak zorla ekip aracına bindirilişini, icra memuru Mustafa'nın adamı hırpalayacaklarını anlayıp ikna ederek geri savcılık aracına getirişini, hıçkırıkları eşliğinde adliyeye dönüşümüzü unutmak istemiyorum.
06 Temmuz 2007
Pisi

04 Temmuz 2007
Dilencilikte son nokta..

Bu yolla para kazanmak, Yüzüncüyıl-Balgat civarında sıkça gördüğümüz çıplak ayaklı, sapsarı saçlı, kapkara suratlı çocukların sözüm ona "anne"leri arasında epey yaygınmış.
Ağzımız iki karış açık, dinleyekaldık. Her ne olursa olsun, insan çocuğunun yaşamını nasıl bile bile tehlikeye atar? Bunu nasıl yapar? Çocuğunu nasıl sermaye olarak görebilir?
Böyle şaşalarken, yanımdaki adama göz ucuyla baktım. O da iki yıldır, aralarında kan bağı olmayan 11 yaşındaki "kardeş"i gelecekte ayakları üstünde durabilen bir kadın olsun diye çabalıyor, para döküyor, bir yandan banyoda düşmüş 8 aylık hamile karısını apar topar doktora götürüyor; dönüşte, söz verdiği şekliyle, Armada'ya uğrayarak "kardeş"ine drama kitabı alıyor.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)