08 Mart 2007

Namus Belası...

Ankara’nın dümdüz ilçelerinden birinde, bakımsız apartman binasının önünde taksiden iniyoruz. Girişte, zillerin karşısında isimler yazmıyor, neyse ki açık olan kapıdan içeri dalıyoruz… Girişteki dört dairenin kapısını çalıyoruz, nitekim birinden bir kafa çıkıp, “yönetici şu kat, şu numara” diyor.. Fısıldaşarak merdivenleri çıkıp, yöneticinin kapısını çalıyoruz.. Eşi olduğunu tahmin ettiğimiz sevimli yüzlü bir teyze kapıyı açıyor, karşısında kentli oldukları her hallerinden belli iki kadın..Kim olduğumuzu sorma gereği duymadan bizi içeri davet ediyor, “geliş nedenimizi elimizdeki pembe dosyadan anladı herhalde” diye düşünüyorum.. Tuvaletten yeni çıkmış, eşofmanı üstüne kanepenin kenarına rasgele fırlatılmış pantolonunu geçirmeye fırsat bulamadan sorularımızı yanıtlamaya başlayan yönetici amca, arada komşu dedikodusu tadında lafa giren karısını susturarak objektif biçimde “üst kattaki o aile”den ne gerekçeyle şikayetçi olduklarını detaylıca anlatıyor.. Harekete geçilmesi temennisiyle bizleri uğurlayan yaşlı çifte teşekkür ederek nedense ürkek biçimde iki kat yukarı çıkıyoruz, ve işte “o” zile basıyoruz.. içler acısı bir manzara karşılıyor bizi.. ayakları çıplak, bağrışan iki çocuk.. saçı sakalı birbirine karışmış, kirli paçaları sökülmüş, konuşurken ara sıra istemsizce gülen, muhtemel bir psikotik bozukluk tanılı yaşlı bir baba.. balkondan çamaşır toplarken çocukları ayırmaya çalışan yaşlı bir anne.. ortalık dağınık ve pis.. mevzubahis kadın, yani yaşlı çiftin kızları, yeni işe başlamış, evde yok.. yatak odasında kirli çarşaflar üzerinde oturarak yaptığımız uzun görüşmeler..kapının altından uzatılan resim kağıdına çizdiğim civcivleri boyadıktan sonra, “bi deee, pisi pisi yap” diyen, belki hayatlarında ilk defa ihtiyaç duyduğu gibi ilgilenilen, bağırtıları sessizliğe dönüşen çocuklar.. Mevzubahis kadın, evde olmayan kadın, iki küçük çocuğun anası, yaşlı çiftin en küçük kızları kontrol edilemiyor, hasta, menenjit geçirmiş 2 aylıkken, muhtemel bir sınır zeka; bilmiyor ki anne-babaya vurulmaz, minicik çocuğa tekme atılmaz.. Bilmiyor ki eve yabancı erkek gelmemeli, eve erkek gelirse anne-baba evden çıkarılmamalı, bilmiyor ki saç rengi her gün değiştirilmez, sarının en ahlaksız tonuna boyanmaz, mini etek giyilmez.... Aile darmadağın, dürtüleriyle mi uğraşsınlar menenjitli, erkekler konusunda kıt akıllı kızlarının, yoksa geçim derdiyle mi, yoksa kumar borcu nedeniyle ocağı sönen oğullarıyla mı.. Yoksa 55 yaş sonrası iki küçük çocukla mı.. Ama bu kadın bunu neden yapıyor? Kim para veriyor sevişsin diye ona? Bu kadın bu işi yapıyorsa bir alıcısı yok mudur? Bu kadınsa istenmeyeni/toplumca kabul edilmeyeni yapan, çocuğuna neden küfredilir? Neden bu aileye selam veren aile apartmandan taşınmak zorunda bırakılır? Bu aile nerede yaşayacak? Bu aile elbet bir yerde yaşayacak.. Çocuklar hep kavga edecek, dedeleri oğlunu düşünecek, anneanneleri akıl hastanesinde yatan öteki kızına yanıp duracak.. Apartmanın diğer dairelerinde oturan amcalar-teyzeler, apartmanın namusu konusunda gereğini yapmış olmanın verdiği huzur ve akşam yemeğinin tokluğuyla, televizyonda birilerinin iki hafta sürmeyen seviyeli birlikteliklerini izleyecek, iki çıplak baldır daha görecek, “namussuz” birilerini daha yakın çevreden temizlemenin verdiği dayanılmaz hafiflikle uykuya dalacak..

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Yav bizim işler aslında bize göre değil..Bizim işler işini bir devlet memuru soğukluğuyla yapan "Metin kılıklı" akademisyenlere göre.."Valla dünyanın düzeni böyle" diyen ve akşam evinde makalesini okuyup 1882. araştırmasını yaparken kaç üniversite öğrencisinden daha veri toplaması gerektiğini düşünen adamlara göre..Biz bırakalım bu işleri, yoksa psikolojik olarak çökücez tez vakitte..

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...