21 Aralık 2009
Gün dönümü
20 Kasım 2009
Laparoskopik kistektomi
10 Eylül 2009
Sel
Kotumserlige kapilmaca yok. Hayat bir mucadeledir. Bu sel felaketini de bu mucadelenin bir parcasi olarak degerlendirip eski gunlerimize donmek icin canla basla, askla sevkle calisacagiz. Eskisinden daha da guzel bir vakif yapacagiz. Yarin cok daha kotu bir sel felaketi bekleniyormus. Nasil mumkunse! Elimizden geldigince hazirlaniyoruz. Kucuk cocuklarimizi anneleriyle birlikte Istanbul'daki evlerimize yolladik. Vakif'ta sadece eli is tutan gencler kaldi. Gormeden anlasilmaz ama felaketin boyutlarini anlatmaya calisayim. Su anda camurdan bir vakfimiz var desem abartmis olmam. Bodrum kat bastan asagi, giris kati bir bucuk metre kadar su altinda kaldi. Bahcedeki su dune kadar boyu asiyordu. Simdi suyu gitti diz boyu balcigi kaldi. Cizmeyi birakmadan ayaginizi balciktan kurtarmaniz zor. Selin surukledikleri meyve agaclarinin arasina takilmis, agaclari egmis, kocaman bir bariyer olusturmus. O yemyesil bahceden geriye eser kalmadi. Coluk cocuk hep birlikte o kadar da cok emek vermistik ki... Hayvanlarimiza yem icin ektigimiz onlarca donum tarla batakliga dondu. Seralarimiz kimbilir nerelerdeler. Komsu haradaki onlarca at boguldu. Muhtesem atlardi. Hep birlikte kosmaya basladiklarinda zemini zangir zangir titretirlerdi. Cocuklarimiz, o atlari kucucuk boylariyla citin ustunden uzanarak, bahceden kopardiklari tutam tutam cimlerle beslerlerdi. Minicik ellerle atlarin koca koca dislerini yanyana gormenin keyfine doyum olmazdi ... Baskalarina para kaynagi olan o atlar bizim nese kaynagimizdi. Gitti gider canim atlar. Tiyatro salonumuz taninmaz halde. Su anda icine bile girilemiyor. Mutfagimiz kullanilmaz durumda, icine zor giriliyor. Camasir makinalari, bulasik makinalari, kurutma makinasi, buzdolaplari, firinlar, sogutma depolari, kalorifer kazani... Medeniyet namina ne varsa yok oldu. Et stogumuz perisan. Kokusmadan gommek gerekiyor. Ama nereye? Her yer balcik. Su, elektrik, telefon, internet kesik elbet. "Dereboyu"ndaki evime uzun sure ulasamadik. Aziz Nesin'in en onemli notlari oradaydi. Sel, agac kutugunden karavana kadar, ne bulmussa onune katmis tum siddetiyle akiyordu. Neyse ki ev yikilmadi ve notlara bir sey olmadi. Mucize diyesim geliyor. Kullanilmaz hale gelen koltuk, kanape, yatak yorgandan ya da tamamen suya gomulen elbise depolarimizdan soz etmiyorum bile. Bitirmek uzere oldugumuz "Sanatci Evi" perisan. Yeni bastan yapacagiz. Kitap depolarindaki on binlerce liralik Aziz Nesin kitabi mahvoldu. Aziz Nesin'in yillarca biriktirdigi gazete koleksiyonunun buyuk bir kismini ciltletmistik. Buyuk olcude parasizliktan ama bir miktar da ihmalkarliktan ciltletemedigimiz binlerce gazete hamur oldu. 1976'nin Politika gazetelerini gordum. Icim acidi. Mezunlar dahil butun buyuk cocuklarimiz Vakf'a geldiler. El birligiyle Vakf'i temizlemeye calisiyorlar. Felaketin boyutunu anlamak icin gormek, yasamak lazim. Iki tesellimiz var:1) Hicbirimize bir sey olmadi. 2) Aziz Nesin'in butun arsivi kurtarildi. Cocuklarimizin ilk aklina bu notlar gelmis. 3000 dolayinda dosya... Inanilmaz bir surat ve imrenilecek bir isbirligiyle cocuklar butun dosyalari su basmadan kutuphaneden ikinci kata cikarmislar. Sabahin korunde uykularindan firlayip... Cocuklarimizin kimisi haylaz kimisi yaramaz kimisi soz dinlemez olabilir, ama hic gormedikleri Aziz Dede'lerinin notlarinin ilk kurtarilacak esya oldugunu biliyorlar.. . Egitim iste boyle bir sey olmali. Her seye karsin iyimserligimizi elden birakmayacagiz ama. Surekli ileriye bakmaya and ictik. Mucadeleye devam!
Sevgili Dostlar, Nesin Vakfi'nin ana binasini depreme karsi guclendirmek gerekiyordu. Bu sel felaketiyle birlikte binanin zemini daha da zayiflamistir. Binayi guclendirmenin maliyeti 350-400 bin lira arasinda. Sel felaketi dolayisiyla zararimizin da (insan gucunu saymazsak) 250 bin TL dolayinda oldugunu saniyorum. Bizim boyumuzu fersah fersah asan meblaglar bunlar. En zor zamanlarimizda hep yanimizda olan sizlerden butcenize gore bir katki bekliyoruz. Internetten bagis icin: https://secure. cs.bilgi. edu.tr/nesinvakf i/bagis.php.
Banka hesap numaralarimiz asagida. Cok tesekkurler. Sizlere ve gelecege inancimiz sonsuz. Hepimizden sevgiler, saygilar.
Ali Nesin (www.nesinvakfi. org <http://www.nesinvak fi.org/>)
*TL hesaplari:*
İş Bankası, Parmakkapi Subesi Sube kodu 1042 Hesap no. 0714327
*Ziraat* Bankasi, Catalca Subesi, Sube kodu *130, *Hesap no.* 952 22 32
- 5001*
*Vakıf Bank,* Catalca Subesi, Sube kodu 237, Hesap no. 434 84 59
*Posta Çeki* no.*164 00 09*
* *
*Euro hesaplari*
*Ziraat Bankası*, Catalca Subesi, sube kodu *130, Hesap no. 952 55 01 --
5003 (IBAN: *TR 80000 1000 1300 9525501 5003)
*Vakıf Bank*, Catalca Subesi, sube kodu *237, Hesap no. 400 79 36*
Dolar hesabi:
*Ziraat Bankası*, Catalca Subesi, sube kodu *130, hesap no. 952 55 01 --
5001* (*IBAN: *TR 37000 1000 1300 9525501 5001)
*Vakıf Bank*, Catalca Subesi, sube kodu *237, hesap no. 400 79 37*
*CHF hesabi*
*Ziraat bankasi,* Çatalca Şubesi, sube kodu *130, hesap no. 952 55 01 --
5002* (*IBAN: *TR 10000 1000 1300 9525501 5002)
Swift Kodlar:
Ziraat Bankasi, Çatalca Subesi Swift kodu: TCZBTR2A
Vakif Bank, Çatalca Swift kodu: TVBATR2A
(Ali Nesin'in duyurusudur)
09 Eylül 2009
30. yıl
21 Temmuz 2009
Evlendik biz!
30 Mayıs 2009
Hollanda'ya hoşgeldiniz..
İşte anlatıyorum...
Bir bebek sahibi olacağınızı anladığınızda yaşadığınız duygu,
İtalya'ya güzel bir seyahat planı yapmaya benzer.
İtalya hakkında bir sürü kitap ve broşür alırsınız ve harika planlar yapmaya başlarsınız.
Coliseum, Mikelanjelo'nun Davut'u, Venedik'teki gondollar.
İtalyanca bir kaç sözcük bile öğrenirsiniz. Her şey çok heyecan vericidir.
Aylar süren beklemeden sonra o gün gelir çatar. Bavullarınızı toplar, yola çıkarsınız. Bir kaç saat süren yolculuktan sonra, uçağınız havaalanına iner. Hostes mikrofonu eline alır ve "Hollanda'ya hoş geldiniz" der.
"Hollanda mı?" dersiniz. "Ne demek istiyorsunuz? Ne Hollanda'sı? Ben İtalya'ya bilet almıştım. Benim İtalya'ya gitmem gerek. Tüm yaşamım boyunca İtalya'ya gitmenin düşünü kurdum ben."
Fakat uçuş rotasında bir değişiklik yapmışlardır. Hollanda'ya inmişsinizdir ve orada kalmanız gerekir.
Önemli olan sizi korkunç, iğrenç ve pis bir yere, açlığın ve hastalıkların ortasına bırakmamışlardır. Sadece farklı bir yerdesinizdir.
Bu yüzden çıkıp yeni broşürler ve kitaplar almanız ve yepyeni bir dil öğrenmeniz gerekmektedir. Ve daha önce hakkında hiç bir şey bilmediğiniz insanlar tanımak zorundasınızdır.
Gittiğiniz yer sadece farklı bir yerdir. Oradaki yaşam, İtalya'dakinden daha yavaştır, İtalya kadar etkileyici değildir. Fakat, bir süre orada kaldıktan sonra nefesinizi tutar ve çevrenize bir bakarsınız... ve Hollanda'nın yel değirmenlerini fark edersiniz... ve lalelerini.
Hollanda'nın Rembrandtları bile vardır.
Fakat tanıığınız herkes İtalya'ya gidip gelmektedir... Sürekli orada geçirdikleri güzel günleri anlatmaktadır. Ve yaşamınız boyunca "Evet, benim de gitmem gereken yer orasıydı. Ben de aynı planı yapmıştım" dersiniz.
Bu nedenle duyduğunuz acı asla, asla dinmez... Çünkü yitirdiğiniz düş çok önemli bir düştür.
Ancak... Tüm yaşamınızı İtalya'ya gidemediğiniz için üzülerek geçirirseniz, Hollanda'nın güzelliklerinin hiç birinin tadını çıkaramazsınız.
Not düşelim: Taşındık malum ve tüm her şeyimi, teeee lisanstan kalma ders notlarımı filan yeniden elden geçiriyorum. Dosyaların içinden çıkanlardan biri bu yazı da. Aile eğitimi yaparken Tını'da, pek etkilenmiş, saklamışım. İşitme engelli kuzularla çalışma günlerimden. Bana yaptıkları resimlere filan kıyabilecek miyim bilmem. Saklasak da mı saklasak, saklamasak da atsak, netsek?
21 Nisan 2009
Selahattin Şenol'un ardından..
12 Nisan 2009
Kımıl kımıl
Makine döndürdükçe rengarenk çamaşırları, zihni de döndürmek: kendi kendine ettiklerini düşünmek.. bir yandan şaşırmak, bir yandan sıkışmak.. Bir anda kendini prenses hissederken, iki dakikaya kalmadan kurumuş çamur parçasına dönüşmek.. Aslında sadece normal hissetmek istemek.. Olmamak. Dünyanın en mutlu kadınıyken, en bedbaht yüz maskesini takmak. Maskenin altını netleştirememek. Eline çalı süpürgesini almak, tozuttura tozuttura süpürmek.. Halının altına. Bahar da geldi naynirinaynaynirinaynom derken, yataktan çıkmak istememek. Çılgınlar gibi dansa gitmek istemek, sonra aynaya bakmak ve bir kurbağa görmek. Bacakları olmayan. Aynada dingin bir yüz görmek istemek. Sadece bu..
Tozuttura tozuttura bir o yana bir bu yana süpürürken, kafayı tozutmak. He he demek. Gülmek. Boynundaki sivilceye bakmak. Sarılmak. Kendine gelmek. İyi ki varsın demek.
Aslında böyle bir Pazar sabahı yaşamadığını fark etmek. İkircikli duygular yaşamak. Limbik sisteme küfrü basmak. Sonra okula gitmek. Arkadaşlarla kahvaltı etmek. Çimenlerde mayışmak.
Mayıştıkça sıkılmak.
Cümle kurmak dahi istememek.
Mek, mak. Sıyırmak.
Hamiş: Sevgilimle başka bir yere gidelim istiyorum. Sadece bacaklarımızın göründüğü bir kumsal olmasın bu yer. Her şeyimizle orada olalım. Tüm bedenimizle. Kenya'ya gidelim mesela. Takayım ağzıma bir tabak, boynuma 80 halka. Kabak dudaklı kadınlar vardı. Onlardan olayım. Güneşin altında kavruk tenlerimizle cıbıl gezelim. Sağımda, solumda, sırtımda 5 tane velet olsun. Sevgilimin saçları inek poku boyasından yapılmış pis bir sarı, bedeninde beyaz şeritler olsun. Elinde sopası, zürafa avlasın. Gelsin, dansımızı yapalım. Ankara'daki yaşamımızdan bahsedelim. Yazık yav, orada kaldılar diye eş dost için hayıflanalım. Sonra şükredelim halimize. Yaşayalım gidelim. Mutlu olalım sonsuza dek.
10 Nisan 2009
Prenses Leyla
30 Mart 2009
Güle güle..
29 Mart 2009
Dün, Bahar ve Aşk
Esas hikaye Umut'un sahibinden.com'dan ormanın dibinde muhteşem bir ev bulmasıyla başladı. Diyorum bu adam şanslı diye.. E, benim gibi bir kadınla evleniyor olmak boru değil azizim:P, şans bulmazsa bilmemne bulur adamı (bilmemne kısmı hayalgücünüze göre tamamlanabilir). Neyse, biz eve pür neşe gittik baktık, haliyle bayıldık, banyonun kuş kadar olması, çamaşır makinesini mutfağa koymak durumunda kalacak olmam, evin giriş kat olması bile vız geldi bize.. Ama tabii, anneler ortaya o kadar çok endişe koydular ki, özellikle de "ilk katta ev ısınmaz, donarsınız" konusunda, biz de hem onları hem kendimizi ikna etmek için, Kızılay'da günlük güneşlik, Or-An'da kar-tipi olan bir gün, sitedeki tüm birinci katların kapılarını çalıp "ısınıyor musunuz?" sorusunu yönelttik. Aldığımız cevaplar doyurucu olunca da, tutuverdik evi. Oh mis! Hemen sonrasında merdivenleri elden geçirdik, temizledik derken, Umut eve taşındı ve ben bu ortak kurumun cinsiyeti hapsedilmiş kısmı olarak henüz evcağızıma taşınamadım (bkz. geleneksel değerlere karşı koyamayan kız kısmısı; aile eşrafında bomba etkisi yaratmak istemeyen düşünceli hatun diye de reframe edebiliriz). Küçükesat'taki evle iki arada bir derede kalmaya/takılmaya devam.
Evi tutmadan evvel, dayanamayıp bir kısım koltuğumuzu almış idik zaten. Evi tuttuktan sonra da el atılması gereken eşya vs. işleri sürecinde, o kadar cok Bilkent'teki Tepe'ye, Panora'daki Mudo'ya ve Siteler'de dayımın "gelin bakın sizi nereye götürüyorum?" dediği izbe yerlere gittik ki, gittiğimiz yerlerdeki satış görevlileriyle ahbap olduk, adeta yoklama verdik, kıl ettik kılçık ettik hepsini. Yok berjerlerin kumaşı kırmızı pötikareli olacak, yok yatak odasının gardrobu zart kapılı, yemek masasının ayağı zurt çivili derken, ve bizim müstakbel ev çingen evi olma yolunda hızla ilerlerken, dayı desteği, dekorasyon siteleri ve Umut&Rabia ikilisinin hayalgüçlerinin de etkisiyle bişiylere benzetmeye başladık ortalığı. Salonun ortasında kocaman ve tam istediğim tonda kıpkırmızı bir kütüphane duruyor ki, hastasıyım.
Naci dayım bizi möhüm yüklerden kurtardı. Hayalimizdeki şekli tarif ettik, gitti buldu, en ham haliyle ortaya koydu. Hayalimizdeki rengi tarif ettik, en cillop ustaya boyattı. En süpper dayı unvanına mazhar oldu.. Halledilmesi gereken bir yığın iş var daha elimizde, ufaktan girişiyoruz tek tek, keyif keyif..
Tabii bu arada, "her genç kızın ruyyyası" diye vikviklenen gelinlik işine de "hadi len artık, uyuz musun?" dürtülmeleri neticesinde adım atmış bulunuyorum ki, o bambaşka bir blog yazısı konusu.. Ne de olsa kıl tüy bi iş azizim. 3 saat giyeceğin zımbırtıya 300 kilo enerji harcıyorsun. Enerjiyi harcayalım, konuyu bu post'da harcamayalım.
Bekleyelim, görelim daha. Yazar neler eylemiş?
08 Mart 2009
Bugün
En çok konuştuklarımız en az yazılanlar.
Başta hava..
Psikolojide, havanın bizi nasıl etkilediğine ilişkin araştırmalar bildiğim kadarıyla yok. Güneşli, yağmurlu günlerde ruh halimizin değişkenliği sıradan konuşmalarımızdan öteye gitmez. İklimlerin türümüzün evriminden de öte davranışlarımıza, toplum yapısına etkisi yeni yeni ele alınıyor. Oysa, nice uygarlığın varoluş biçimi, tarihe yön veren kimi
savaşların sonuçları, iklimle de ilgili.
Anne babaların çoçuklarından söz ederken, çocuğumuz yerine, çocuğum demeleri gibi, kendimizle o denli meşguluz ki gözümüz görmüyor benden, bizden ötesini.
Kadınlar erkeklerden nasıl farklı?
Soruş tarzım erkek egemen dünyanın ifadesi. “Erkekler kadınlardan nasıl farklı?” diye sormak, aklımızdan pek geçmez.
Şaşılacak bir şey değil.
Bugün dünya kültürüne egemen Ortadoğu dinlerinin kutsal kitaplarında, tanrı önce
erkeği yaratmış, sonra da, yalnız kalmasın diye kemiğinden parça kopartığı kadını.
Kadın olmak zor.
Türkiye kadına oy verme hakkını başka bir çok ülkeden önce tanıdı. Ama oylarımızla seçtiğimiz yasalarımızı yapmakla görevlendirdiğimiz mebuslardan, `Kaç çocuğunuz var?’ diye sorulduğunda, kız çocuklarını saymayacakları halde, nasıl giyinmeleri konusunda insan hakları adına fetva verenler, zinayı suç saymak isteyen başbakanlar yok mu? Başlık parası ödeyecek gücü olmayan yoksullar Hindistan’da kız çocuklarını öldürüyor. Kuzey Afrika’da, kültüre sahip çıkmak adına haz alma uzuvları duyarsızlaştırılan kızlar sünnet ediliyor. İleri demokrasilerde bile fuhuşa zorlanan kadınlar köleleştiriliyor. Birden fazla çocuk sahibi olmanın yasak olduğu Çin’de de istenmeyen kız çocukları kürtajla alınıyor. Bu ülkenin nüfusunda kadın erkek oranı o denli sarsıldı ki, alışılagelmiş toplum yapısını tehdit eden on milyonlarca kadınsız erkek türümüzün tarihinde bir ilk.
Gene de, 20. yüzyıldan itibaren sosyalist ülkelerin öncülüğünde, kadınların yasalar önünde, erkeklerle eşit haklara sahip olmaları konusunda atılan adımlar bir çok ülkede gündelik yaşantı-mızın artık sorgulanmayan parçası. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü hem nereden nereye gelindiğinin ifadesi hem de süregelen eşitsizliğin.
Ancak eşitlikle farklılık birbirlerini dıştalamamalı.
Kimi çevrelerde eşitlik kavramı, kadın erkek farklarını, kadını kadın, erkeği erkek yapan psikolojik özellikleri incelememizi tabulaştır-mak pahasına putlaştırıldı... Beylik konuşmala- rımıza konu olan erkek ve kadın psikolojileri üzerine kitaplar çoktan yazılmış olmalıydı. Kız çocuğumuz olmadığında hayıflanmıştım kadınları daha iyi tanıyabilme şansımı yitirdim diye. Birbirimizi tanıyacağımıza bireysel ilşjkilerimiz-de saç yoldurtuyor, terapistlere taşınıyor, hem cinsimizle yan yana geldiğimizde, yapay bir samimiyetin dayanışmasıyla, cehaletimizi yansı-tan fıkralarla, genellemelerle cepheleşiyoruz.
Kadınlar daldan dala atlar, erkekler sebatlıdır değil mi?
Araştırmalar kadın beynindeki iki yarım küre arasındaki bağlantıların, erkeklere göre daha yoğun olduğunu, bu nedenle, erkeklerin tek bir faaliyete odaklanırken, kadınların aynı zamanda birden çok şeyi yapabildiğini gösteriyor.
Aramızdaki farkları, türümüzü zenginleştiren, bizi bütünleştiren öğeler olarak görmek
yerine, kadın erkek eşitliğini dogma yaptığımızdan, gözlemlerimizi, düşüncelerimizi, duygularımızı sansürlemeyi tercih ediyoruz.
02 Mart 2009
Yarın
Kadın Kapısı
Kırmızı Şemsiye Seks İşçileri İnsiyatifi
Lambdaistanbul GLBTT Dayanışma Derneği
Amargi Kadın Dayanışma Kooperatifi
DSİP (Devrimci Sosyalist İşçi Partisi)
KEG Cinsiyetçiliğe Karşı Dayanışma Ağı
25 Şubat 2009
Kadının adı
-evli bir çift, önce detaylara bakalım:
.kadın tecavüzcüsüyle evleniyor
.adam çalışmıyor pek, temizlik vs. işinde çalışan kadının maaşına da el koyuyor
.sistematik fiziksel şiddet var
.kadın dayanamayacak noktada, annesine sığınıyor
.annesi "yuvanı yıkamazsın, sığınma evine git" diyor
.kadın zor durumda, işyerinde tanıdığı ve tek desteği olan başka bir adama sığınıyor.. kaçıyor da diyebiliriz, bohçasıynan.
-Bizim medeni kanun olayı şöyle formüle ediyor: evlilik süresince adam kadını dövdüğü için az kusurlu, kadın sadakatsiz davranıp başkasına kaçtığı için ağır kusurlu.
-Kadının kız kardeşi tanıklık yaparken, "öyle tokat falan da değil, sopayla döverdi" diyor; hakim tutanağa geçiyor: "davalı normal tokat atmazdı, sopayla döverdi".
-Başka bir şey yapamadığımdan; duruşma salonundan, tüm "normal tokat" yiyen kadınlara, oradan sistematik şiddet görenlere, tecavüze uğrayanlara, intihara zorlanan, cinayetlere kurban gidenlere, hepsine, hepimize, adil bir dünya diliyorum. Öfkemi büyütüyorum.
Her ölüm erken derler ya, Selahattin hocanın ölümü hepsinden erken... Onu fazla tanımazdım, çok bir görüşmemiz de olmamıştı. Oğlumu bir kez götürdüm, sonra da bir kaç kez ailece telefonla görüştük. Bu kadarcık bir ilişkiye rağmen, göçüp gittiğini duyduğumda çok derinden sarsıldım. Oğlum için sarsıldım, bu çocuklar için sarsıldım. Neler gördük bu camiada! Onun gibi ahlaklı, namuslu ve yetkin birisinin artık hayatımızda olmayacağını bilmek azap verici. Nedense bende bir his bırakmıştı. Aral bir sorun yaşayacak bile olsa Selahattin hoca çözer diyordum içimden. Şimdi kim, kimler çözecek bilemiyorum. Nur içinde yatsın.
24 Nisan 2008 Perşembe 10:09
Rabiacım başın saolsun diyim. Ülkemizde eğitilmiş, kendini eğitmiş çok az insan var. Senin anlattığın kadarıyla değerli hocamızda böyle biri. Tekrar başın saolsun diyorum.
25 Nisan 2008 Cuma 14:08
"iyiler erken ölür!"
25 Nisan 2008 Cuma 16:48
İyi insandın Selahattin. Mekanın cennet olsun. İsmail Yavaş.
26 Nisan 2008 Cumartesi 00:37
Hayat hem çok hızlı geçti onun için hem de çok yavaş...aklıma gelicek en son insandı çünkü o güçlüydü,o uzundu,o dimdikti çözümler için onun tv programları izleniyordu,radyo programları dinleniyordu,kitapları okunuyordu,o bir babaydı,o doktordu,o hep sorunlara çözüm getirmişti,o her sorunun cevabıydı...ne kadar çok şey katmış aslında ülkesine insanlarına... ailesine, arkadaşlarına, ülkemizin insanına daha verebileceği çok şey vardı ama... Gazi Üniversitesinin salonuna girdiğimde gördüğüm o müthiş kalabalık ve herkesin gözlerinin kızarıklığı ne kadar sevilen bir insan olduğunu anlatıyordu..Yaptıklarının ne derece önemli oldugunu ispat etmişti...Onun için o kürsüye çıkıp konuşmak için herkes sıraya girmişti ama o anda kelimeler tükeniyor, dakikalar geçmiyordu. herkesin tek söylediği ve inanmak istenen tek şey bunun "şaka" olmasıydı..eminim şuanda huzurludur o kadar güzel tablolar vardı ki onun için çizilmiş o kadar büyük bi kalabalık var ki onu seven... Ama hayatın tek ve geri dönüşü olmayan gerçeği Ölümdü..hastanenin bir köşesinde konuşan iki temizlikçi, kantinde çay veren çaycı, hemşireler, kapıdaki sevenleri herkes O'nu konuşuyordu... isyanımız bu zamansız gidişdi..herşey o kadar ani ve yaralayıcı oldu ki inanmak çok zor olucaktı bunu görebiliyordum o dakikalarda...O kadar çok şey bırakmıştı ki gerisinde O'nun unutulması gibi birşey sözkonusu değil...Onunla tanıştığım için kendimi gerçekten çok şanslı hissediyorum..Yerinde huzurlu yat mutlu uyu çünkü burada herşey senin istediğin senin ögrettiğin gibi olucak...bizde Bir Gün Anlayacağız Neden Sessizce Gittiğini....A.K
26 Nisan 2008 Cumartesi 12:20
Buraya yazı yazan herkese çok teşekkür ederim... Kapanmayacak olan bu büyük yaramın acısı böyle paylaşımlarla biraz olsun hafifliyor. Onun kızı olmaktan, 22 seneyle sınırlı kalsada onun bilgisinden sevgisinden enerjisinden bir pay alabilmekten dolayı çok gururluyum... "Aslan babam", ilk aşkım, en büyük özlemim, seni çok seviyorum...
13 Mayıs 2008 Salı 14:28
selahattşn hocanın ölümü çok erken oldu. onun hastasıydım.böyle iyilik sever birinsan görmedim.keşek ölmeseydi.ölüm ona hiç yakışmadı.keşke bu bi rüya olsa. gözümü açsam başımda selahattin hocayı görsem.çok acı bi durumç.a allah rahmet eylesin mekanı cannet olsun toprağı bol olsun allah aileisne sabır vaersin
14 Mayıs 2008 Çarşamba 18:54
keşke onu hiç tanımasaydım diyorum.Oğlumu belki de bizim çok büyüttüğümüz tipik ergenlik bunalımlarını çözmemize yardım etmesi için ona götürdüğümde o naif ve bir o kadar sevecen yaklaşımları ne kadar güven vermişti bana.İlgisi ve hoşgörüsü mütevaziliği ile birleşince saygım bir kat daha artmıştı.Bugün evet ne yazık ki bugün vefatından neredeyse bir ay sonra acı bir tesadüf ile öğrendim yaşamdan koptuğunu.Üzüldüm.İçim acıdı.Keşke tanımasaydım dedim bencilce.Şimdi ne yapacağım dedim.Oğluma ne diyeceğim.Çok erken oldu bu hocam.Erken bıraktınız bizleri.Toprağınız bol olsun Allah tüm sevenlerinize sabır versin
18 Mayıs 2008 Pazar 20:44
Yattığın yer nur olsun ailecek çoook üzüldük.sevgi seli cenazenizdende belli idi çook erken oldu ölüm size hiç ama hiç yakışmadı.allah eşinize ve kızınıza uzun ömürler ve bol sabırlar versin
21 Mayıs 2008 Çarşamba 16:09
gerçekten çok üzüldüm hastasıydım ve onu gerçekten çok seviyordum
öldğünü üzülürüm diye annem söylememiş bugün doktorumdan öğrendim.Mekhanı cennet olsun.ailesine allah bol sabır versın
28 Mayıs 2008 Çarşamba 21:20
bugün öğrendim öldüğünüğü sarsıldım.Onun hastasıydım.Selahattin beye ilk gittiğimde bile iyi,güven veren,rahatlatıcı havası bana güven verdi.Çok iyi biriydi.Ne diyebileceğimi bilmiyorum sadece çok erken gitti ailesinin başı sağolsun toprağınız bol olsun...
BURCU ÖRNEK
28 Mayıs 2008 Çarşamba 21:28
Doktor amca beni çok erken bıraktığın için çok üzgünüm.Seni çok seviyorum.
Vefatını bugün öğrendim .Ailesine tüm sevenlerine baş sağlığı diliyorum.Yeri doldurulamayacak bir insan ve doktordun bizim için mekanın cennet olsun.
09 Haziran 2008 Pazartesi 15:24
Ben Hacettepe Tıp Fakültesi'ndenim. Selahattin Hoca bir kez "hekim kimliği" paneline gelmişti bizim okula. O kadar tatlı anlattı ki okul günlerini, çok sevmiştim. Ne zaman TV'de yakalasam izlerdim o sağlık programını. Ben daha dün öğrendim vefat ettiğini, çok üzüldüm. Çok erken yaşta bir kayıp. Ailesine ve GÜTF ÇRS ailesine sabırlar diliyorum.
17 Haziran 2008 Salı 11:16
selahattin amcam ölümünden kısa süre önce sana gelcektim ama hastaydn gelemedim , keşke diyoruz şimdi annemle nolursa olsun gitseydik çok erken bıraktın bizleri seni çok seviyoruz mekenın cennet olsun
23 Haziran 2008 Pazartesi 12:45
2003 yılından 2005 yılına kadar oğlum yanımda gezmediğim hastane uzman kalmamıştı.Oğluma hiperaktivite teşhisi koyup , kullanılması çok sakıncalı hiperaktivite ilaçları veriliyordu. Ama araştırıyordum. hiperaktiflikle hiç bir ilgisi yoktu. Birşey vardı ve ben onun ne olduğunu bulabilecek hiç bir uzman bulamıyordum.Sürekli kendimi suçluyordum.4 Tıp fakültesi ,çocuk psikologları... ama hepsi sonuçsuz kalıyordu. Verdikleri ilaçları kulanıyorduk hastalığı daha çok fazlalaşıyordu. Bütün bedeni istemsiz hareketlerle titriyor , titremeler oturduğu yerden düşeçek kadar artıyordu.Ve sonunda Selahattin Hocayı tavsiye ettiler ona gittik.Hiç kimsenin bakmadığı bir pencereden baktı.Oğlum üstün yetenekli olduğu için beyin yaşı ile kas yaşının uyumsuzluğundan kaynaklanan bir problemdi.Hastalığının 13 yaşında biteceğini söyledi.Kaslarının güçlenmesi için ilaç verdi ve kabusumuz sona erdi.Bir vitamin ilacıyla.Muayenehanesine gittiğimizde hastaneye gelmemizi isterdi.Bu akşam oğlum yine rahatsızlanmaya başladı. Telefonunu bulmak için internete girdim şok haberi yeni aldım.Ne yazdığımıda ağlamaktan bilmiyorum.Şimdi kime güvenip oğlumun sağlığını teslim ederim.Hocam nur içinde yat.Bize yaptığınız iyilikler sevdiklerinizin karşısına çıksın .Rabbim sevdiklerinizi korusun ,onları sizin gibi iyi insanlarla karşılaştırsın.
05 Aralık 2008 Cuma 00:27
8 ay boyunca aklıma gelmediği bir gün bile olmadı. Kazandığım - mezun olduğum okulumu, mesleğimi, en önemlisi insan ve hayat ile ilgili öğrendiklerimi borçlu olduğum Selahattin Şenol hocamın eksikliğini hep hissedeceğim.
11 Ocak 2009 Pazar 17:18